Günümüzde dini hakikatlerle insanlar arasında çeşit çeşit duvarlar, türlü türlü perdeler ve farklı farklı engeller bulunuyor. Üzerinde fazla düşünülmeden anlatılagelen dinî hikayeler, ayakları yere basmayan inanılması güç kerametler(!) ve din adına ilimden uzak, irfandan nasipsiz kişilerin önde oluşu bu duvar, perde ve engellerin en başında geliyor.
Kur’an ayetleri dinin doğal halinin korunmasının zaruretine dair geçmiş kavimlerin hayatlarından örnek üzerine örnekler vermesine rağmen dinin doğal hali özellikle bu saydıklarımız tarafından alabildiğine bozulmuş durumdadır. Bir dinin doğal halindeki bozulmadan bahsedilecekse bütün bu bozulmalara en başta müntesiplerinin kötü davranışlarının ve o dini kötü temsil etmelerinin sebep olduğunu da kayıtlara geçirmek icap eder. Bu hakikate rağmen, Müslümanlar asırlar boyunca bozulma sebeplerini hep dışarda aradıkları için bozulmalara çare bulmakta maalesef müspet bir sonuç alamamışlardır. Dahası aralarındaki hâkim zihniyet sahipleri Müslümanları bozulmanın başlıca amilinin dış düşmanlar olduğuna inandırabilmiş ve bu yolla onları maniple ederek kendi güçlerine güç katıp iktidar ve saltanatlarını devam ettirmişlerdir.
Dini hakikatlerle insanlar arasında duvar ören bir diğer faktör ise ferî ve tali konuların aslî mevzuların önüne geçirilip bunlar üzerinden adeta bir ölüm kalım mücadelesi veriliyormuş gibi bir hava estirilmesidir. Bu türden tali konular ilim ve mantık zemininde ele alınarak halledilmek yerine bu konular azıcık farklı düşünen ya da tercihte bulunanların ötekileştirilmesinde, düşmanlaştırmasında, şeytanlaştırılmasında ve toplumun kamplara bölünerek ayrıştırılmasında araçsallaştırılmışlardır.
En kutsi meselelerin dahi bütünüyle siyaset ve hamaset zeminine çekilmesi de dini hakikatleri halk nazarında perdeleyen unsurlar arasındadır. Siyaset ve hamaset ilmin ve düşüncenin yerini alırken gerçek aydın ve entelektüel sınıfların da altını oymuştur. Salim düşüncenin yerini ideolojik menfaatperestlik almış, tüm mukaddesler türlü menfaatlere ulaşmanın birer aracına dönüştürülmüştür.
En kutsal sayılan değerlerin bile bozuk para gibi harcandığı bu tür toplumlarda dini ilkelere veya beşerî kanun ve kurallara riayet edilmesini ummak ise abesle iştigaldir. Çünkü böylesi toplumlar amaca ulaşmak için her yolu mûbah gören Makyavelist limanlara çoktan demir atmışlardır. Bu toplumlar ilke ve etik değerleri elinin tersiyle iter, işlerine ne geliyorsa ve menfaatleri neyi gerektiriyorsa sürüler halinde onun peşinden giderler.
Bu toplulukların dünyevi olarak yaptıkları gibi güya dinîymiş gibi yapıp ettikleri de tamamen menfaat ve çıkar amaçlıdır. Başlıca karakterleri yalancılık, mürailik ve iki yüzlük olan bu tür topluluklar toplum olma vasfını yitirerek adeta birer “ifsat komitesi” hüviyetine bürünürler. Sloganlaştırarak dillerinden düşürmedikleri en güzide dinî ve millî değerleri alabildiğine istismar ederek kitleleri istedikleri istikamete sevk etmekte hoyratça kullanırlar. “Ümmet”, “cihat” ve “şehitlik” gibi kavramlar bunların elinde bambaşka şeylere dönüşür. Kutsadıkları devlet ve kendi menfaatleri uğruna feda etmeyecekleri hiçbir değer ve kutsal bırakmazlar.
Her türlü sapkınlıklarına muhalefet eden herkes onlara göre hem kafir hem de düşmandır. Oysa dertleri ne vatandır ne devlet ne bayraktır ne millet. Varsa yoksa tek hedefleri daha fazla güç ve iktidardır. Bu uğurda ne tek adam diktasına yave çekmekten ne de lider tapıcılığından yüksünürler. Gözlerini ve kulaklarını çağın gerçeklerine kapatır, işin hakikatini düşünmek gibi bir dert taşımazlar. Savunduklarını iddia ettikleri kutsi değerler ile aralarına yapıp ettikleriyle Berlin duvarları örseler de en aşılmaz engelleri koysalarda kendilerine sorarsanız cihat ettiklerini, dünyayı adil bir düzene kavuşturacaklarını savunurlar. Oysa savaş, kan ve gözyaşından başka dünyaya verebilecekleri hiçbir şeyleri bulunmaz. Çıkarları öyle gerektirse dünyayı yakmaktan bile geri durmazlar.
Bu türden topluluklar, bir fiili muhalifleri işlediğinde onları yerden yere vururlar. Fakat aynı fiili kendilerinden biri işlediği zaman mutlaka dini ve milli bir kılıf uydururlar. Müsaadenizle burada, söz konusu bu zihniyeti ele veren kısa bir hikâyeyi paylaşarak konuyu zihinlere biraz daha yaklaştırmak istiyorum.
Rivayet odur ki, zamanın birinde köpeği olan bir hayvan sever varmış. Tüm hayvanları sevdiği gibi köpeğini de çok severmiş. Gelin görün ki, her canlıyı bekleyen mukadder akıbet gibi bu köpek de günün birinde ölüvermiş. Bunun üzerine hayvan sever kahramanımız çok sevdiği köpeğini Müslüman mezarlığına defnetmeye karar vermiş. Ancak, bunu duyan ahali böyle bir şeye razı olmamış. Derhal gidip Kadı Efendi’ye şikâyet etmiş.
Kadı Efendi derhal hayvan severimizi halkın huzurunda ifadeye çağırmış ve neden böyle bir şey yaptığını sormuş. Hayvan severimiz cevap olarak “çünkü köpeğim bana Müslüman kabristanına defnedilmek üzere vasiyete bulundu. Ben sadece onun vasiyetini yerine getiriyorum” demiş.Kadı’nın tepkisi beklendiği gibi çok sert olmuş ve “sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye hiddetlenmiş. Adam ise istifini hiç bozmadan “Hayır efendim, estağfirullah, ne haddimize!” demiş ve sakince devam etmiş: “Köpeğim ayrıca bana on bin dinar bıraktı ve Kadı Efendi’ye vermemi de vasiyet etti.”
Kadı Efendi’nin tavrı anında değişivermiş. “Allah köpeğine gani gani rahmet etsin. Çok asil, soylu ve belli ki çok iyi bir köpekmiş” deyince orada hazır bulunan halk Kadı’nın bir anda tavır değiştirmesine çok şaşırmış ve bu şaşkınlıklarını da göstermiş. Kadı ise son derece sakin bir şekilde halka dönerek, “Ey ahali bunda şaşılacak bir şey yok. Ben merhum köpeğin nasıl bu kadar iyi olabileceğini sordum, soruşturdum. Meğer bu mübarek köpek Ashab-ı Kehf’in neslindenmiş. Zaten böylesine iyi ve soylu bir köpek başka türlü de olamazdı. Ashab-ı Kehf’in köpeği nasıl ki Cennet’e gitmeyi hak ettiyse bu köpek de Müslüman mezarlığına defnedilmeyi fazlasıyla hak ediyor.”
Bu hikâyenin tam tamına karşılık geldiği bir devir sanırım bugünkünden başka bir zamanda bulunamaz. Tek ayak üstünde kırk yalan söyleyenleri, rüzgârın yönüne göre hüküm değiştiren yargıçları, makam-mansıp için her renge, her şekle girebilen kerli ferli bukalemunları, her türlü inanç ve değerlerini çıkar ve menfaatleri uğruna feda eden güruhları gördükçe bu hikâye bile durumun vahametini tasvir etmekte yetersiz kalıyor.