Son zamanlarda Orta Doğu’da yaşananlar ve BM’den Lahey’e kadar uyarılara rağmen İsrail’in pervasız tutumu apaçık gösterdi ki, Rusya gibi alternatif ülkelerin küresel bir güç olarak dünya düzeninde yer alması gerekiyor. Her ne kadar üslup hatası ve dünyanın alışık olmadığı bir tarzı olsa bile Kremlin bu misyona odaklanmış görünüyor.
1991 yılında SSCB’nin feshedilmesi sonrasında yaşanan Rusya-AB ya da Rusya-Batı entegrasyonu ve bunun sonucunda ekonomik ve konjonktürel bir güç olarak Rusya’nın tekrar ortaya çıkması, küresel oyun kurucuları zaman ayarlı bazı hedeflerinde endişeye sevketmiş olabilir. Özellikle istihbarat ve finans desteği ile iktidara gelen Vladimir Putin döneminde, 20 yıllık istikrarlı gelişme ve Çin’den Almanya’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar kurulan ilişkiler ağı Rusya’yı tekrar kendi dinamiklerinde ayağa kaldırdı.
Aslında 1996'da Rusya dışişleri bakanlığına gelen Yevgeny Primakov'la birlikte bu düşünce daha güçlü bir şekilde ifade edilmeye başlanmıştı. Primakov Doktrini olarak da bilinen vizyona uyumlu şekilde Rusya, çok kutupluluğun ABD hegemonyasını dizginleyici bir işlev göreceğine inanmıştır. Primakov, çok kutuplu bir dünyaya ilerleme sürecinde Rusya'nın, ABD hakimiyeti etrafında oluşan olumsuz trende karşı dengeleyici anlamda rol oynayabilecek bir güç olduğunu vurgulamıştır.
Orta Doğu büyük bir savaşa sürüklenirken Rusya’nın çok kutuplu küresel sistem söyleminin perde arkası
1998'de başbakanlık görevini devralan Primakov, Hindistan, Çin ve Rusya'dan oluşan bir "stratejik üçgen" oluşturma hedefine matuf BRİCS oluşumunun ilk adımını atmıştır. Bu yapı, Primakov'un vizyonunu yansıtır şekilde, çok kutuplu bir dünya savunusu ortaya koymuştur. BRICS çatısı altında taraflar, uluslararası hukuk, çok kutuplu dünya, eşitlik prensibi ve demokratik bir dünya düzeni gibi hususlara vurgu yapmışlardır. Ayrıca, uluslararası meselelerin çözümünde Batı'nın tek taraflı uygulamalarının değil, çok taraflı diplomasi ve BM prensiplerinin esas alınması gerektiğine dikkat çekmişlerdir.
7 Ekim 2023’den itibaren Orta Doğu büyük bir savaşa sürüklenirken Rusya’nın çok kutuplu küresel sistem söyleminin perde arkasına ait vizyonunu oturttuğu zemin, günümüzde daha iyi anlaşılmış oldu. O gün yaşananlara hazırlık yapan ve her pahasına gerçekleşmesine izin veren bazı güçler aynı zamanda, küresel “insani değerleri”, “ayrımcılığa-ırkçılığa karşı duruşu” ve “demokrasiyi” savunurken, böylesi kanlı bir çatışmayı körükler nitelikte “İsrail devlet olmamış olsaydı, onu biz kurardık” ya da “ben bugün bir dışişleri bakanı olarak değil, bu misyonu destekleyen sıradan bir yahudi olarak buradayım” diyerek büyük çelişki örneğini ortaya koydular.
Bölgesel hedefleri ve siyasi çıkarları doğrultusunda, yıllarca yaptıkları gibi, satın alınmış piyonları ya da kılcallara kadar uzanan bağlantıları kullanarak, açık ve net, bilerek ve isteyerek, kasıtlı bir kaos planından bahsediyoruz. Konuya açıklık getirmek için onlarca Yahudi gazeteciden ya da İsrail askeri kaynaklarından örnekler sıralayabilirim.
İsrail ordusunda halen görevde olan generallerin anlatımları ve bu anlatımlara paralellik arzeden İsrail ordusunun eylemleri bunu zaten açıkça gösteriyor. Ve ayrıca İsrail medyası, hazırlanmanın uzun zamandır olduğu, Filistinlilerin ya da Hamas’ın bu hazırlıklara karşı koyacak bir gücünün olmadığının bilindiğini çok kez yazdı.
Büyük bir savaşın arefesindeyiz
Hatta Gazze'yi yok etme planı yapan İsrail Savunma Bakanını yine İsrail medyası yazdı. Bir ara Mısır'daki en büyük baraj olan Asvan’ı bombalamayı bile dillendirdiler. Yani en sonunda Gazze'yi adeta “boğmanın vakti” gelmişti. Ve ilk gün “ağır kayıplar” vererek çatışmalar başlatıldı. 7 Ekim’in inandırıcı olması için bayrama dek gelmesi, “istihbarat zafiyeti” vb detaylar çok yazıldı. Bu detaylara girmeyeceğim. Burada Netanyahu hükümetini tek zora sokan gelişmenin bu saldırıda beklenenden fazla sayıda can kaybının gerçekleşmiş olması…
Doğal olarak İsrail de buna tepki olarak Gazze'yi yerle bir etti. Bugün Gazze'den geriye hiçbir şey kalmadı; sağlam olan her bina yok oldu, tüm altyapı yıkıldı, konutların yüzde 90 oranında yok oldu. Tüm okullar, tüm idari ve önem arzeden her şey harabeye döndü. Yaklaşık 45 bin Filistinli hayatını kaybetti. Yüzbinlerce yaralı ve yüzbinlerce göç var. Dolayısıyla ilk aşamada tüm bunları planlayanlar amacına ulaştı… ikinci aşamada ise büyük bir savaşın arefesindeyiz. Çünkü Gazze, İsrail’in kuzeyindeki ve İran'daki olayların tetikleyicisi oldu.
Şimdi ikinci noktaya gelelim. Gazze bu şekle sokulduktan sonra başka yerlerde sıra dışı gelişmeler yaşandı. Tesadüf diyemeyiz çünkü yine farklı gazeteci, uzman ve subaylar bu ilginç olayların detaylarını anlatıyorlar. Mesela İsrail sınırları içindeki Golan Tepeleri’nde bulunan Dürzi köyü Mecdal Şems'teki bir futbol sahası vuruldu. Bu tesiste maç yapan çocuklardan en az 11’i hayatını kaybetti, 30 kişi yaralandı. İsrail Hizbullah’ı suçladı. Hizbullah ise, Mecdel Şems’te meydana gelen saldırının kendileri tarafından gerçekleştirildiği iddialarını yalandı. O zaman Netanyahu ABD ziyaretindeydi ve acil dönüş yaptı. İsrail Dışişleri Bakanı Katz: "Hizbullah ve Lübnan'a karşı topyekün bir savaş anına yaklaşıyoruz" dedi.
Stadyumda çocuklar bir antrenman zamanındalar ve etrafta aileleri ve güvenlikçiler de bulunuyor. Onların anlatımlarına göre siren çalıyor ve çocuklar bir sığınağa doğru yönlendiriliyor. Bomba ise çocuklar daha hareket halindeyken tam sığınağın girişine isabet ediyor. Açıklamalara göre güdümlü bir füze değil. Yani ileri teknolojisi yok. Balistik özelliği yok ve rüzgar vb etkenlere açık. İddialara göre bu roket 10 km mesafeden atıldı ve 300 m uzunluğu ve 40 m genişliği olan stadyumda tam sığınağın girişine isabet etti. Hem de çocuklar orada toplanmışken… Olayın fotoğraflarında stadyumun kenar tel örgüleri bile zarar görmediği anlaşılıyor. Yani çok tesirli bir bomba değil ama tam isabet ediyor…
Burası özellikleri olan bir yerleşim yeri. Orada Yahudiler değil fakat İsrail vatandaşı olan ve orduda da görev yapan Dürziler yaşıyor. Yani bunlar, İsrail'in Arap vatandaşlarından farklı olarak önemli kurumlarda görev yapan ve generaller de dahil olmak üzere farklı rütbelere ulaşan İsrail vatandaşlarıdır. Yani roketi gönderenler bu topluluğun birilerine karşı tahrik edilmesini amaçlamış olmalılar. Dürziler daha çok Suriye ve Lübnan'da yaşıyorlar.
7 Ekim hazırlıkları önceden yapılmış olmalı
Devamında Erdoğan’ın “gerekirse İsrail’e de gireriz” çıkışının ardından İran’da Hamas Liderinin öldürülmesi ve son üç ay yaşanan diğer olayların hiç birisi “tesadüf” olamaz. Ve bu olaylar yaşanırken Amerikan uçak gemisi ve ona eşlik eden deniz filosu, İran karasularının, 10 mil ötesindeki körfezde konuşlanmış durumda. Bu ise birilerinin korkunç bir şeye hazırlandıklarının ayrı bir göstergesi. Çünkü böylesi bir kararın uzun bürokrasi aşamalarından sonra ancak geçen Amerika’da, uçak gemisi ve deniz filosu anında Körfez'e gidebiliyor. Yani insanların belki tatilden dönmesi, ekiplerin oluşturulması gibi hazırlıkların olması ve gerekli izinler/dökümanlar uzun süreli işler… Kıbrıs'a daha yakın bir yere ulaşıp orada yakıt ikmali sonrası körfeze yönelmeleri gerekiyor. Demekki hazırlık öncesinde yapılmış… Dolayısıyla 7 Ekim’de yaşananlar ve sonrasında olanlar gösteriyorki, çok ciddi istihbarat servisleri planlama yapıyor. Aynı zamanda birilerinin buna ihtiyacı olduğu anlamına geliyor.
Hedef İran mı? Bölgesel büyük bir savaş mı? Tarihten beri hayallerde olan territorial bir amaç mı? Çok soru var… İşte bütün bu ve benzeri olaylar yaşanırken Rusya, içine çekildiği başka bir savaşla meşgul vaziyette. 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi ve buna sebep teşkil eden öncesi süreçte “Batı” tarafından diplomasi dilinin kullanılmaması ve hatta kışkırtılması ayrı bir konu. Yani savaşı başlatan ülke suçlaması ve bütün suçların kaynağı olarak gösterilmeye çalışılan bir Rusya var. Fakat Rusya'nın BRICS çatısı altında bir arada olduğu Çin'le beraber, çok kutupluluk savunusunu esas alan ortak bir deklarasyon yayınlaması ise küresel pervasız hareket edenler için dizginleyici bir fonksiyon icra edebilir. Zaten ne Rusya ne de Çin İsrail’in söylemlerini ve iddialarını inandırıcı bulmuyor.
1997 senesinde Rusya ve Çin liderleri Boris Yeltsin ve Jiang Zemin tarafindan imzalanan Çok Kutuplu Dünya ve Yeni Bir Uluslararası Düzeninin Kurulması adlı ortak bildiride, çift kutuplu sistemin ortadan kalkmasıyla çok kutupluluğa doğru ilerlenen pozitif bir trendin gözlemlendiği ifade edilmiştir. Taraflar, egemenlik kavramı, toprak bütünlüğüne saygı ve ülkelerin iç işlerine karışılmaması prensipleri üzerinden uluslararası hukuka vurgu yaparak, bu ilkelerin esas alındığı bir uluslararası düzenin oluşmasına katkı sunacaklarını belirtmişlerdir. 2001'de imzalanan İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği Antlaşmasında da taraflar uluslararası hukukun evrensel olarak kabul edilmiş ilkelerinin ve normlarının baz alındığı adil bir dünya fikrini ortaya koymuşlardır. Gelinen gün itibarıyla bu değerler üzerine odaklanılması acil ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak Rusya, uluslararası sistemde küresel hegemonik bir gücün olmadığı, çok kutuplu bir yapıyı geçerli kılmaya çalışmakta ve bu yönde bir yapının hatlarının belirginleşmesine paralel olarak ise aktif bir dış politika izlemektedir. Farklı bir üslubu olsa bile ekonomik güç kapasitesineki düzelmenin de yardımıyla Rusya, dünyanın muhtelif bölgelerinde büyük güç aktivizmini artan bir ivme ile dillendirmektedir. Suriye'den Arktik'e, Ukrayna'dan Venezüella'ya kadar birçok farklı rekabet alanında Rusya, belirleyici bir jeopolitik aktör olmanın arayışındadır. Son yıllarda Rusya, Orta Doğu, Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika gibi bölgelerde birçok farklı ülkeyle siyasi, ekonomik ve askeri/savunma temelli işbirlikleri kurmaya çalışarak, geniş bir harekat alanı dahilinde çıkarlarını maksimize etmeye çalışmaktadır.
Sonuç olarak Uluslararası sistemde belirginleşmekte olan âdem-i merkezi yapıda güç temerküzü azalmaktadır. Bu ise, Rusya'nın güç dengesindeki konumunda ve rekabet gücünde bir düzelmeyi beraberinde getirmektedir. Son yıllarda izlenen dinamik dış politikadan görülebileceği gibi, Rusya'nın küresel oyunculuk potansiyelini maksimize etmesi için çok kutuplu sistem önemli bir gerekliliktir. Çok kutupluluk yönünde ortaya konulan savunu da bu gerekliliğin bir tezahürüdür.