İhbarcısına Dua Eden Adam

Ali Turna

Ali Turna

19 Kas 2019 11:29
  • İki gündür karamsar bir ruh hali içinde, derin düşüncelere dalmış rüyadan uyanır gibi, acı gerçeklerin yüzüme çarpmasına izin vererek başlıyorum güne. Bazen dertleşmek için koğuştaki arkadaşlarımla konuşuyorum. Fakat onlarınkini de dinleyince kendiminkini unutup onlarınkini sırtlarken buluyorum kendimi.

    B-7’de bir arkadaşın eşinin vefat haberini alalı 2 gün olmuştu ki dün de B-4’deki bir arkadaşımızın eşinin vefat haberini aldık. Hüznümüze hüzün, derdimize dert kattı bu haberler. O kadar dertli insan var ki  bir şey yapamamanın acısını yaşıyorum. Yarın açık görüş var. Eşimi, çocuklarımı göreceğim diye heyecanlanırken Recai’nin derdini dinliyorum ve kendimi unutuyorum. Eşi aranıyordu ve doğumuna 2 hafta kalmış. Hastaneye giderse çocuğu ile birlikte mahpusa düşecek. Ama gitmezse de çocuğunu kaybedecek... Ne ağır bir imtihan. Elimizden bir şey gelmiyor ve çaresizce çırpınıyoruz. Ve diğerlerinin hikâyesini dinliyorum Osman abiden. Birinin eşi sokakta kalmış, babası kalacak yer vermiş ama ekmek vermiyormuş gelinine. Diğeri 2 yıldır hapiste ve ailesi para olmadığı için açık görüşe gelememiş. Bu kadar dertliyi görünce içim parçalanıyor ve sebep olanlara bildiğim tüm güçlü cümlelerimle haykırıyorum, ne çare sesimiz duyulmuyor. Ama bu kadar acıya, bu kadar dertlere rağmen tam bir iman, teslimiyet ve sabırları imrendiriyor beni. En zayıf halka benim galiba burada. Bu nasıl bir imtihandır? İsyan etmiyorum tabii ki de.

    Olaylara kader penceresinden bakabiliyorum. Tam teslimiyetim olsa da insanım sonuçta kimi zaman dalıyor ve soruyorum ben neden buradayım ve bu hal neyin nesi diye?

    Hayatımdan, çocuklarımın babasız kalmasına, ailemin yalnız kalmasına hangi hakla sebep olup çalabiliyorlar günlerimi aylarımı belki yıllarımı?

    Şarkı sözleri şimdi daha anlamlı geliyor. Hüznüm zirvede ve patlamaya hazır bir bomba gibi tüm kinimle bir noktaya mıhlanıp bakıyorum. Haykırıyorum, çığlık atıyorum, içime akıtıyorum tüm dertleri. Aslında sır dolu dünyaları ifşa etmenin utangaçlığını yaşasam da yazmalı ve zapt altına almam gerektiğini düşünüyorum. Bu sırlarla dolu hikâyeleri kaleme almanın bir görev olduğunu düşünüyorum. Bu dertler, bu hüzünler yığınların canını acıtmalı. Sebep oldukları bu dramları bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ve bu insanların, bu dertleri aslında milleti adına yaşadığını görünce esefle bakıyorum dışarıdaki yığınlara.

    Bir adam gibi adamdan bahsetmek istiyorum. Her gün bize tefsir dersi yapan abimi mi desem, arkadaş mı desem ya da kahraman desem daha yerinde olur sanki. Tefsir dersinde ki bir konu üzerine mesela deyip kendi hikâyesini örnekliyor:

    “Benim buraya düşmeme sebep olan ihbarcıya inanın kızmıyorum hatta ona dua ediyorum. Bilmiyordu, belki tam anlatamadık derdimizi ve o şahıs görev  bilinciyle iyi bir şey yaptığını düşünerek ihbar etmiştir büyük ihtimalle...” diyor.

    Şaşkınlık diz boyu bende. Duyguları olan bir insan olarak, biri benim bu zindanda bırak 14 ayı, 1 ay bile kalmama sebep olsa sanırım her gün bu iftiracıyı kafamda yer edip gün be gün artan kinimle ve nefretimle çıkar çıkmaz ona hesap soracağım günü beklerim.

    Dedim ya bu insanlar güzel insanlar. Allah’a bağlılıkları adına sebeplere takılıp kalmıyorlar, sebep olanlara küfür ettiklerini bile hiç duymadım. Keşke bu güzel insanlarla dışarıda, daha farklı bir ortamda tanışsaydım diye geçiriyorum içimden sık sık. Sonra kader diyorum ve yutkunuyorum... Olur da son kalan kişiye çorba yetmez diye iki kaşıktan fazla içmeyen ve tok numarası yapan bu insanlardan nasıl bir terörist olabilirdi ki? Bu kumaştan bu sıfat çıkmaz . Olmaz işte arkadaş zorlamayın...

    (Tarih 30.08.2018)
    Her gün yeni bir acı hikâye ile karşılaşıyoruz. Onlara üzülmekten kendimize sıra gelmiyor bir türlü. Koğuşa ilk geldiğimde birilerinin İngilizce, birilerinin de Arapça öğrendiğini gördüm. Merakla:
    “İtalyanca bilen varsa öğretebilir mi?” diye sordum ortaya.
    Kimseden ses çıkmadı. Bir hafta sonra koğuşumuza İtalyanca öğretmeni geldi.
    Suçunu sorduk, daha doğrusu suç olarak gördükleri şeyi. Çalıştığı üniversitede rektörü aradığı için almışlar içeri. Bu gelenle beraber olduk 39 kişi. Yeteri kadar yatak olmadığından, yerde yattı hocamız. Mahkemeden gelirken yanındaki şahsın eşi üçüncü    dereceden kansermiş. Oturduk ağladık. B7 koğuşunda bir şahsın ise eşi vefat etmiş, cenazesine gitmeye çalışıyormuş. Bunları duyunca halimize şükredip, arkadaşlara üzülüyoruz ve dua ediyoruz.

    Muhafazakar komünist bir hayat yaşıyoruz mahpusta. Banka ortağı, 100 zincir mağazası olanlarla aynı şartları yaşadığımız bir komünizm sistemi. Herkesin dilinde Kur’an ve namaz burada. Fakat işin garibi, bize bu durumu reva görenler kendilerine Müslüman diyorlar. Tek tesellimiz kader... Bazen çıldırma noktasına geliyorum. Ama içime atıyorum. Burada herkes dertli, dokunmak istemiyorum bamtellerine, yoksa hıçkırıkları durdurmak imkansız.

    Yemek geliyor üç beş kaşıklık. Onu bile paylaşmaya çalışıyoruz olabildiğince. Koğuşun yarısı hasta, bünyemiz alışık değil tabi. Ama henüz hiçbirimiz gidemedik revire. Şekerim ve başka ağır hastalıklarım olmasına rağmen ciğerden öksüren arkadaşlarıma veriyorum revir hakkımı. Canları sağ olsun...

    Bir de haberlerdeki af konusu var. Hırsıza, katile, dolandırıcıya af var ama bize yok. Biz daha tehlikeliymişiz çünkü. Bağırsak, haykırsak kime duyurabiliriz ki sesimizi? Ya da kim duymak ister... Bu yüzden tek sesleneceğimiz merci ALLAH diyor ve açıyoruz ellerimizi ona. Değil mi ki o her şeyi apaçık görendir. Sabır çekerek batırıyoruz güneşi. Ve özlüyoruz geride bıraktıklarımızı. Özlemimizi bölen bir haber alıyoruz sonra. Celal abimizi uğurlamayı düşünürken, tutukluluğuna devam diyorlar. Yine üzülüyoruz hep beraber...

    *Yukarıda okuduğunuz satırların yazarı Türkiye'deki cadı avının kurbanlarından ismi bizde saklı bir esnaf. İçeride aldığı notları çıkınca yazdı ve bu notların her gün bir bölümünü Samanyoluhaber.com'da yayımlıyoruz.

    19 Kas 2019 11:29
    YAZARIN SON YAZILARI