Tanpınar’ın ifadesiyle, “rövanşı olmayan bir hayat yaşadığımız.” Gece ve gündüz, siyah ve beyaz iki sevimli fare gibi süresini bilemediğimiz ömrümüzü kemirip tüketiyor.
Takvimden düşen bir yaprağı yeniden oraya koymak muhal. Bu bezmde “gurub” kaçınılmaz ve mutlak bir son…
Yani, ömür fani.
Yapılacak tek şey herhalde, ömrümüzün hemen her dakikasına anlamlı ve kalıcı çabalar yüklemek.
Bedenimiz toprağa karışıp gitse de, kendimizi gelecek devirlere bir “insan” olarak bırakabilmek…
Hayatımızı, onur duyacağımız ve onur duyulacak bir miras olarak arkadan gelenlere teslim edebilmek.
Kim istemez ki bunu?
Hayatımızı ölümsüzleştirmenin en güzel ve en çekici yolu bu bence.
Öyle zannediyorum ki, evrende insan olarak yer tutup, ömür sürmenin sebebi de olsa olsa yine budur.
Baki kalan bu kubbede, her lahza yankılanan ölümsüz sesler ve nefesler varlığını böyle bir ülküye adayanların sedası değil midir?
Değerler, ülküler ve kutsallar da uğruna adanan sayısız hayatlar olduğu için hala dipdiridir zaten.
İnsan ne için yaşarsa o değil midir aslında…
İnsan, ömrünü adadığı şeyle anılır zira…
Goethe, kendini Faust’a adamış, seksen üç sene adeta onun için yaşamıştı. “Ve Faust bitti” dediğinde, kendisi de bitmişti.
Gandhi, halkının özgürlüğüne harcamıştı ömrünü. “Susma Oruçları”nın çığlığında, “tuz yürüyüşü”nün yangınında boğmuştu hasımlarını…
Kendisini adeta laboratuvarına gömen Louise Pasteur, hala “pastörize süt” gibi nefes alıp veriyor aramızda…
Koca Sinan bir ömür Selimiye’yi düşleyerek yaşamış ve onu serhat şehrinin bağrına gerdanlık gibi asmıştı.
Derviş Yunus, hayatını “gönüller yapmaya” vermiş, Mevlana yaşadığı sürece “aşkın” merkezi olmuştu.
Zor dönemin adamı Necif Fazıl hayatını “Çile”sinin yollarına sermişti.
Mecnun’un hayatını Leyla için çöle çevirdiğini bilmeyenimiz var mı?
Şarkın şanlı sultanı Selahaddin’in Kudüs için gülmeyi bir ömür kendisine haram kıldığını ürpererek okuyup dinlemedik mi?
Bediuzzaman’ın, Van Kalesi’nin zirvesinden metrelerce aşağıya yuvarlanırken boşluğa savurduğu çığlık hala yüreklerimizi sarsmıyor mu: “Eyvah, davam!”
Ve insanlığın İftihar Tablosu, ayı ve güneşi elinin tersiyle iterek varlığını tek bir şeye, insanlığa adamamış mıydı?
Herkes kendisine bir yol seçer bu hayatta.
Herkes gönlünde bir aslanla yaşar.
Yani sonuçta herkes bir şey için yaşar.
Amma esas olan, hayatımızın bir pusula gibi yol ve yön göstermesi arkada bıraktıklarımıza.
Ömrümüzün, nadide bir eser gibi mütalaa edilmesi gün be gün.
Geride bıraktığımız izin, sınırsız bir güven ve itminan vadetmesi bizden sonraki yolculara.
Mesele budur.
Gerisi laf ü güzaf…