"Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır, Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum." dizeleriyle başlayan şiir, "Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum. Durun kapanmayın pencerelerim, Güneşimi kapatmayın, Beton çok soğuk, üşüyorum." dizeleriyle bitiyordu.
Şiir, Mamak Askeri Cezaevinde Muhsin Yazıcıoğlu tarafından yazılmıştı...
12 Eylül 1980 darbesinde sağ ve sol görüşlü binlerce insan tutuklanıyor. Mamak Cezaevi'ndeki hücrelerde Ülkücüler yatıyor. Garnizon içindeki bin kişilik salon, Ülkücüleri ve Dev- Sol'cuları yargılamak için özel yapılıyor. Yıllarca sürüyor davalar. Muhsin Yazıcıoğlu, 7.5 yıl hapisten sonra beraat ediyor. Hapishanelerde kimi çürüyor, sakat kalıyor; kimi işkenceden ölüyor, bazıları da beraat ediyor.
Mamak Cezaevi'nde mahkumların kaldığı A, B ve C blokları vardır. Haftada iki gün Duruşma günleri mahkumlar bloklardan çıkartılıp sıra halinde veya araçlarla 3-4 kilometre mesafedeki özel inşa edilmiş mahkeme salonuna getiriliyor. Koğuştan çıkarken, yolda ve mahkeme salonuna girerken coplar, küfürlerin bini bir paradır. Koğuşlarda yapılan işkenceler anlatılacak gibi değildir. Diyarbakır'da kime ne yapıldı ise Mamak'ta da o yapılır. Askı, falaka, çelik dolaba koyma, elektrik verme, hepsi vardır. İşkencede öldürülenler olur! Bekir Bağ öldürülür. Hüseyin Kurumahmutoğlu sabah namazında başına dipçik vurularak katledilir!
Ve ilk idam...
1980 yılının 7 Ekim'ini 8 Ekim'e bağlayan geceydi. Mustafa Pehlivanoğlu, özel “idam hücresi”nden alındı. İdam cezası onaylanmış ve infaz vakti gelmişti. Pehlivanoğlu'nun olayda silah kullanmadığı tespit edilmiş ancak idamı durdurma girişimleri başarıya ulaşamamıştı. Mamak Askeri Cezaevi'nde idam edildi. Ailesi, ölümünü infazdan 3 gün sonra oğullarının ziyaretine geldiklerinde öğrenebildi.
İşkenceler akıl almaz boyutlardaydı. Yakalanan her ülkücü, Mamak Garnizonu'nun içindeki “C-5” adı verilen binaya götürülüyordu. Ağır işkenceler altında sorgulamalar yapılıyordu. Sorgu ekibinin başında, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nın savcısı Hava Hakim Albay Nurettin Soyer ile Zeki Kaman ve Dürüst Oktay isimli komiserler bulunuyordu. Binanın önüne gelindiğinde, önce tekme-tokat faslı başlıyordu. Ardından bir tahtanın üzerine yatırılıp gözler bağlı olarak “falakalı sorgu” metodu uygulanıyordu. Bazılarının kolları bir kalasa bağlanıyor, çırılçıplak sandalyenin üzerine çıkarılıyor, kalas tavana asıldıktan sonra, altındaki sandalye çekiliyordu. Askıya asılanlar havada sallanırken, defalarca erkeklik organına elektrik veriliyordu. İşkenceden geçenler, A Blok'ta bulunan “Kafes”e konuluyorlardı. Burada oturmak, kalkmak, ayak degiştirmek, kıyafet düzeltmek, konuşmak izne tabiydi. Herhangi bir ihtiyacı olanın yüksek sesle bağırması gerekiyordu. Kafeste bütün erlerin adı “komutan”, bütün ülkücülerin adı da “lan”dı!
Muhsin Yazıcıoglu'nun görmediği işkence kalmadı. Yazıcıoğlu, cezaevini bir Medrese-i Yusufiye'ye çevirdi. Avukatı Şerafettin Yılmaz'ın tahliye teklifini, arkadaşlarımı yalnız bırakamam diye kabul etmedi.
12 Eylül'de en büyük darbeyi ülkücüler yedi. Aileleri, akrabaları, arkadaşları ve hatta selam verdikleri insanlar bile büyük mağduriyetler yaşadı. Fethullah Gülen, gizliden içerideki ve dışardakilere yardım elini uzattı.
30 yıl sonra Anayasa degişikliği ile 12 Eylül'e yargı yolu açıldı! Kenan Evren, sorgusunda işkencelerden haberim yoktu dedi! Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra, işkencecilerin yargılanması yarım kaldı! Muhsin Yazıcıoğlu, helikopterinin düşmesi(!) sonucu hayatını kaybetti. ( 25 Mart 2009) AKP, o soruşturma dosyasını da kapattı!
Yazıcıoğlu'nun, Mamak Cezaevi'nde yazdığı 'Üşüyorum' şiirini şimdi binlerce hizmet hareketi mensubu okuyor, yeni şiirler yazılıyor hücrelerde!
'Üşüyorum' şiiri şöyleydi:
Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır.
Uzak, çok uzak bir yerleri özlüyorum.
Gözlerim parke parke taş duvarlarda.
Açılıyor hayal pencerelerim.
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum.
Kekik kokulu koyaklardan aşarak,
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor,
Bir çeşme başı arıyorum.
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum.
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum.
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum.
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum.
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın!
Beton çok soğuk, üşüyorum..
Ali Emir Pakkan
Twitter @AliEmirPakkan
@TYolculuk