Said Nursi'den Demokratlara: Bu Vaziyet Bana Çok Ağır Geliyor!

Ali Emir Pakkan

Ali Emir Pakkan

22 Mar 2017 14:19
  • Türkiye’nin bugün gördüğü soruşturmalar, davalar, gözaltı ve yasaklamalar Bediüzzaman Said Nursi'yi son nefesine kadar rahat bırakmadı.

    1950’de seçimle işbaşına gelen DP ezanı aslına çevirdi. Ülkede hürriyet havası esti. Risale-i Nurların basım ve dağıtımı önündeki engeller nispeten kalktı. DP’nin bazı icraatları Bediüzzaman tarafından övgüyle karşılandı. Değişik vesilelerle Adnan Menderes hükümetine tebrik ve iltifatlarda bulunuldu. 

    1954’te DP ikinci defa seçimi kazandı. Ancak 1955’te toplanan fiş komisyonu Bediüzzaman’ın A fişinde kalmasına karar verdi. Said Nursi ve talebeleri adım adım takip ediliyordu.

    1957, üçüncü seçim zaferinden sonra baskılar iyice arttı. Muhalefet ve basın, DP’yi irticaya taviz vermekle suçluyordu. İsmet İnönü, Meclis kürsüsünden Risale-i Nurların basım ve dağıtımının yapılmasına izin verilmesini şiddetle eleştiriyordu. DP’de de bazı milletvekilleri ile tek parti döneminden kalan asker-sivil bürokratlar da Risale-i Nur talebelerinin faaliyetlerinden rahatsızdı. Mahkeme kararlarındaki beraatlere rağmen ‘tarikatçılık’ iddiaları yine gündeme getiriliyordu. 

    1952'de Malatya suikasti bahanesi ile Nur talebelerinin önde gelenleri tutuklandı. Samsun’da bir gazetede çıkan mektup dava konusu yapıldı. Said Nursi hastaydı, doktor raporuna rağmen duruşmaya çağrıldı. İstanbul’a kadar gelebildi.

    1958 yılında Nazilli’de bir komplo kuruldu. Risale-i Nurları köylerde tanıtmaya çalışan Nur talebeleri gözaltına alındı. Eş zamanlı olarak gazetelerde yalan haberler yayımlandı. Said Nursi’ye; ‘Padişah gibi yaşıyor, gelen yardımlarla geçiniyor, siyasi gayesi var’ iftiraları atıldı. Nazillili Nur talebeleri Menderes’e mektup yazarak, "Bizi zalimlerin suikastları ile baş başa bırakmayacağınızdan eminiz.” diyecekti.

    26 Nisan 1958’de Ankara, İstanbul ve Isparta’daki Nur talebelerinden 10 kişi toplanarak Ankara Cezaevi’ne hapsedildi. Risale-i Nurlar toplatıldı. 

    1 Ocak 1960’ta Ankara’da İçişleri Bakanı Namık Gedik başkanlığında emniyet müdürlerinin katıldığı toplantıda, gece yarısına kadar Said Nursi konusu görüşüldü. Gedik’e, Nur talebelerinin faaliyetleri ile ilgili raporlar sunuldu. Bütün davalardan beraat etmiş Said Nursi hakkında yeni bir dava açılmasına karar verildi. Konuyla ilgili açıklamada; “Said Nursi ile temas edenlerin sosyal mevkileri ve durumları gözden geçirilmiştir. Son zamanlarda faaliyetleri artan mürtecilerle ilgili hükümetin sert kararlar almasına karar verilmiştir.” deniyordu.

    11 Ocak 1960’ta Said Nursi’ye seyahat yasağı geldi, radyodan okunan hükümet bildirisi ile Emirdağ’dan çıkmaması istendi. 

    Ankara'ya girmesi polis tarafından engellendi. ‘Onlara, emir Ankara’dan mı, Eskişehir’den mi?’ diye sorması sebepsiz değildi. Said Nursi, savcılar ve polislerin başkentten emir alarak hareket ettiklerini biliyordu. 12 Ocak 1960'ta İçişleri Bakanı Namık Gedik’e bir mektup yazacak ve şu sitemde bulunacaktı: "Bütün muhalifler ve siyasiler her yerde ve her tarafta serbest olarak gezerken Ankara’dan gelen bir emirle, ‘Şimdi evinden dahi çıkmayacaksın.’ denilmesi bir haps-i münferit hükmündedir. Otuz senelik muhaliflerin yaptığı istibdat lehine bu vaziyet bana çok ağır geliyor." 

    Said Nursi, Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik’e yazdığı mektuplarda, Nur talebelerinin sulhun teminatı olduklarına dikkat çekiyordu. Devlet içinde dinî gelişmelerden rahatsız bazı komitelere karşı Demokratları ‘Oyuna gelmeyin’, diye uyarıyordu. Ancak mektuplar, telgraflar ve ziyaretlerdeki ikazlar DP’den kabul görmedi, bir duvara çarpıp geri döndü. 

    Anadolu’da da hayal kırıklığı yaşanıyordu. 

    DP teşkilatlarından da Ankara’ya mektuplar, telgraflar gitti; Mektuplarda, Adnan Menderes’e duacı ve destekçi olan Nur talebelerine baskıların durdurulması isteniyordu. Tek parti dönemini hatırlatan hukuk dışı baskıların en başta Demokratlar’a zarar vereceği dile getiriliyordu. DP Afyon Emirdağ teşkilatı, Ankara’ya çektiği bir telgrafta, “Hayatı inziva ile geçen ve bir iki hizmetkârı; iki üç has dostu ile uhrevi konuşmasından başka kimse ile temas etmeyen Bediüzzaman’a yapılanlar, ‘Demokrat hükümeti’ Nur talebelerine muarız gösteriyor. Milletvekilleri seçiminde (1957) Risale-i Nur talebeleri partimize müzahir olduklarından muhalefet mensupları Demokrat iktidarı İslamiyet aleyhinde göstermek ve dindar halkı partimize küstürmek suretiyle kendileri lehine zemin hazırlamak gayesini güdüyorlar.” deniyordu. 

    Said Nursi artık veda ziyaretlerini yapıyordu. Son günlerini geçirmek üzere Urfa’ya gitmesi Bakanlar Kurulu’nun ‘mecburi ikamet’ kararına meydan okumak şeklinde algılandı. İçişleri Bakanı Namık Gedik’in sergilediği tutum DP ile gönül bağlarını iyice kopardı. Gedik, ölüm döşeğindeki Said Nursi’nin her ne surette olursa olsun Urfa’dan çıkarılması için Vali’ye emirler gönderiyordu. Polisler, Emniyet ile otel arasında mekik dokuyor ama sonuç alamıyordu: ‘Emir kat’i, mutlak surette Isparta’ya dönmelisiniz’ diyen müdüre, "Ben şimdi hayatımın son dakikalarını yaşıyorum. Belki de burada öleceğim. Benim suyumu hazırlamakla mükellefsiniz. Amirinize bildirin.” Diye fısıldadı!

    Başını yastığa koydu, tekrar daldı. O gün, yani 23 Mart 1960’ta Urfa’da dünya hayatına gözlerini yumdu! 

    Ali Emir Pakkan
    Twitter@AliEmirPakkan
                 @TYolculuk
    22 Mar 2017 14:19
    YAZARIN SON YAZILARI