Oscar ödülünü alan “Green Book” Amerika’daki ırk ayrımcılığını hikaye ediyor. Siyahi bir müzisyen, İtalyan asıllı şoförü ile turneye çıkıyor. Her yerde çarpıcı olaylar yaşanıyor.
-Siyahsın, gece sokağa çıkamazsın.
-Beyazların lokantasında yemek yiyemezsin, otelinde kalamazsın, alış veriş yapamazsın.
Siyahi müzisyen, ayrımcılığın zirvede olduğu eyaletlerde hakarete uğruyor, aşağılanıyor, saldırıya uğruyor.
Ancak vazgeçmiyor.
Filme adını veren “yeşil kitap” her eyalette zencilerin gidebilecekleri yerleri gösteren bir rehber. Ellerinde o kitapla turneyi tamamlayabiliyorlar.
Ne utanç verici değil mi?
Düşündüm...
Türkiye’de hizmet hareketine yapılanlar film senaryosu haline getirilse hangi kareler öne çıkardı?
İlk aklıma, işkencede ölen Gökhan öğretmen ve Meriç’te sulara karışan Maden ailesi geldi.
Sonra...
Levhaları sökülen okullar, dershaneler, üniversiteler, okuma salonları.
Çoğu dini içerikte toplatılan, yakılan, üzerinde tepinilen kitaplar.
Kapısına kilit vurulan yayınevleri, gazeteler, televizyonlar, dergiler ve radyolar.
El konulan, gasp edilen, oğullara, karılara ve kızlara peşkeş çekilen mallar, mülkler, evler, arabalar, uçaklar ve fabrikalar.
Doğumhaneden hapishaneye sürüklenen lohusa anneler.
Sayısı 1000’e yaklaşan cezaevlerindeki bebekler.
Ellerine kelepçe vurulan kadın-erkek yaşlılar, delikanlılar, genç kızlar.
Çocuklarının gözü önünde kaçırılan öğretmenler.
Ağır hasta olduğu halde tedavi edilmeyen mahpuslar. İlaçları verilmediği, revire çıkarılmadığı için hayata veda edenler.
Cezaevi ziyareti yolunda trafik kazalarına kurban gidenler.
Ve daha neler neler?
Amerika’da, ayrımcılık biteli neredeyse yüzyıl oluyor. Siyahlar şimdi hayatın her alanında. Ayrımcılık ise ağır suç. Geçmişe bu cinayeti işleyenler lanetle anılıyor.