27 Mayıs ile 15 Temmuz arasında çok benzerlikler var, demiştim. İşte size bir benzerlik daha. Cumhurbaşkanlığı seçimleri...
24 Haziran gecesi Meral Akşener ve Muharrem İnce bir anda kayıplara karıştı. İki Cumhurbaşkanı adayı ilk sonuçlar AA’dan gelmeye başladığında ısrarla seçmenlerini sandıkları korumaya davet esiyorlardı. Akşener, “Beni YSK’ının duvarlarından kazıyarak çıkarırlar. “ diyordu. İnce ise, 50 bin avukatla sonuçlara itiraza hazırlanıyordu.
Ancak ne oldu ise oldu? İki aday da bir anda buharlaştı. Ortaya çıktıklarında ise rakipleri zaferini çoktan ilan etmişti! Ama daha ilginci İnce ve Akşener’deki tavır değişikliğiydi! Seçimlere itiraz yerine sonuçları kabullenmeye bırakmıştı!
Peki neden değiştiler? Yoklara karıştıkları o saatlerde tehdit mi edildiler?
Yok artık demeden 1961’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesine götüreyim sizi...
27 Mayısçılar’ın adayı Cemal Gürsel’di. Ancak Samsun senatörü Ali Fuat Başgil’in adaylığını koyması planları bozdu.
Prof. Başgil, darbe karşıtı yazıları sebebi ile tutuklanmış bir süre Balmumcu cezaevinde kalmıştı. Halkın büyük teveccühü vardı.
24 Ekim’de adaylığını açıklamak üzere Ankara’ya geldi. Kaldığı otel ziyaretçi akınına uğruyordu. Ancak darbe ile yönetime el koyanlar da boş durmuyordu.
Saat 19 sularında otelde bir hareketlenme oldu. Başgil acilen Başbakanlığa çağrılıyordu. Bir saat sonra, Tahsin Demiray, Fethi Tevetoğlu, Ali Fuad Alişan, Şadi Pehlivanoğlu ile birlikte başbakanlıktaydı.
Başgil, üst katta başbakan yardımcısı odasına alındı. Milli Birlik Komitesi üyeleri Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek karşısındaydı...
Milli Birlikçiler, Başgil'i adaylıktan vazgeçmesi için önce Senato Başkanlığını teklif ettiler. Red cevabı alınca, ölümle tehdit ettiler.
Başgil, yine geri adım atmadı.
-Paşalar, siz hiç harp gördünüz mü? Harpte savaştınız mı?” diye sordu.
"Hayır” cevabını alan Ali Fuat Başgil: “Paşalar! Ben Kafkas Cephesi’nde dört sene savaştım. Savaşın ne olduğunu bilirim. Harp sırasında ölüm akla gelmez. Ben şu anda canımı değil, milletimin geleceğini düşünüyorum.” dedi.
Sıtkı Ulay, aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor:
‘‘Hoca reisicumhur olacağını zannediyordu. İstiklal Harbinde komutanlık yaptığından, hizmetlerinden bahsederken ben dedim ki ‘Hoca, şunu kes şimdi şurada, ben sana açıkça söyleyeyim: Sen cumhurbaşkanı olursan ne top atılır ne bir şey. Senin cibin hazır, koyacaklar seni bir cibe, yukarıda bir yere götürecekler, orada akıbetin meçhul. Belki Etlik’te mezarını bile hazırlamışlardır senin.
(...)
Adaylığınızı geri almanız hususunda bize talimat veren cuntadır. Biz size cuntadan aldığımız talimatı tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Kabul etmediğiniz takdirde, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açık söyleyelim. Netice yalnız bundan da ibaret kalmayacaktır. Meclis açılmadan dağılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve askeri idare devam ettirilecektir. Siz, bir hukuk profesörü olarak, memleketin böyle bir akıbete düşmesine elbette razı olamazsınız.” (General Sıtkı Ulay’ın Hatıraları, İstanbul, 1968)
Paşa’nın sözlerini soğukkanlılıkla dinleyen Başgil, “Ben verdiği sözden dönen ve imzasını yalayan nâmertlerden değilim. Adaylığımı geri almama imkân yoktur. Fakat benim yüzümden memleketimin söylediğiniz akıbetlere sürüklenmesine de gönlüm razı olmaz. Bu vaziyet karşısında bana düşen bir iş kalmıştır; o da, yarın senatörlükten de istifa ederek evime dönmektir.” dedi.
Soğuk rüzgarlar esti odada.
Başgil, Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra parti liderleri ile görüştü. Destek aradı. AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala gelişmeler karşısında Başgil’in adaylığına sıcak bakmadı. Osman Bölükbaşı, Başgil’in senatörlükten de istifa etmemesini istedi.
Prof. Başgil, demokratik rejime dönüşte büyük bir fırsatın kaçtığını görüyordu. Hayal kırıklığı yaşıyordu. Saat 11.30’da Yenişehir postahanesinden TBMM Başkanlığına çektiği yıldırım telgrafla senatörlükten istifa ettiğini bildirdi. Ankara’dan ayrıldı. 26 Ekim günü gazeteler onun istifa haberi ile doluydu.
27 Mayıs’a devrim diyen bir zihniyet şu an ülkeyi yönetiyor!
15 Temmuz’u tezgahladılar.
24 Haziran gecesi engelleri, eski bildik yöntemler ile neden ortadan kaldırmasınlar?
Ali Emir Pakkan