"Şu iki üç aydır pek yalnız kaldım. Bazen yanımda on beş yirmi günde bir misafir bulunuyor. " Bu sözleri Barla'da Çam dağında yazıyor Bediüzzaman.
Tek parti dönemi... Çağın alimi Said Nursi, Van'dan ellerine kelepçe vurularak sürgüne gönderiliyor. Isparta Barla'da 1934'e kadar yaklaşık 8 sene tecritte yaşıyor...
Canilere bile bazı haklar tanınmışken o akraba ve dostları ile bile görüştürülmüyor...
İnsanlarla sohbeti arzuladığında, talebelerini yanında hayal edip, onlarla dertlenip teselli buluyor:
"İşte gece vakti garip bir vaziyette, şu dağlarda sessiz sedasız, yalnız ağaçların hazin hışırtıları arasında kendimi birbiri içinde beş farklı renkteki gurbetlerde gördüm."
Çağın Kur'an müfessiri, ihtiyar, akraba ve dostlarından uzakta.. Vatanından ve yakınlarından ayrı...
Peki bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır?
Birden imanın Nur'u ve Kuran ın feyzi ile Rahman'ın lütfu imdadına yetişiyor.
"Hasbünallah ve niğmel vekil" diyor.
Hz. İbrahim'in ateşe atılırken yaptığı dua karşımıza çıkıyor. Ve sonra şu satırlar dökülüyor kaleminden:
"Cenab- ı Hakkı bulan neyi kaybeder?
Ve O'nu kaybeden neyi kazanır?"
İman nuru ile karanlıklar aydınlanıyor ama o hüzünlü hal bir süre etkisini sürdürüyor. Talebelerine soruyor;
"Ben garibim, gurbetteyim, ve gurbete gideceğim. Şu misafirhanedeki işim bitmiş midir? Ta ki sizleri ve sözleri vekil tayin etsem, dünyadan tamamen alakamı kessem. Ulvi bir gurbeti arayabilir miyim? " (Mektubat)
Tek Parti, kendisine biat etmeyen Bediüzzaman’ı Barla'da tecritte tutarak cezalandırıyor.
Onun Kur’ân hizmetine engel olmak istiyorlar...
Ancak kader başka türlü tecelli ediyor.
Sürgün yurdu, Kur’ân’ın müdafaasını yapacak ve mucizeviliğini gösterecek Risale-i Nur eserlerinin yazıldığı yer oluyor...
Bediüzzaman, Mektubunun sonunda, "Nur'la kavga edilmez, ona düşmanlık beslenmez, sadece kovulmuş şeytandan başka ondan nefret eden olmaz." diyordu.
Bugünkü hapislerin, tecritlerin, sürgünlerin, neye tecelli kaynağı olacağını ise bilemiyoruz...