Soru: “Hakk yolunda koşturan bizler, riya denen hastalıktan nasıl kurtulabiliriz? Çünkü şahsım adına işlediğim ve hayırlı gördüğüm en ufak bir amelde nefsim hemen kendine pay çıkarıyor. Yaptığım küçük bir sohbetten sonra “Vay be nasıl konuştum!” diye bir ses geliyor içimden. İhlas düsturlarını düşünüyorum ama bir türlü içimdeki o küçük riya hissi kaybolmuyor. Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim.” (A.K.)
Bir insan için en onur kırıcı tutum ve davranışlardan biri, başkalarının kendisini beğenmesi ve takdir etmesi için yaşamasıdır malum. Bu sizin için söz konusu değil elbette.
Zira sorudaki ifadelerinizden bunun rahatsızlığını yaşadığınızı ifade etmişsiniz zaten. Her şeyden önce içinizde duyduğunuz bu rahatsızlık hissi, riya düşüncesine karşı en büyük engellerden birisi.
Riyakârlık öteden beri insanoğlunun mücadele ettiği ve belki de çoklarının bu mücadelede mağlup olduğu bir hastalık. Oysa bütün insanlar bir kişiyi beğense ama Allah beğenmese, hiç faydası yoktur; bütün insanlar bir insanı beğenmese fakat Allah beğense, gerçek kıymet bundadır.
Kaldı ki, Cenab-ı Allah sevdiği bir insanı onu sevmesi gerekenlere de sevdirir. “Rahmân, iman edip, salih (imanlarının gereği yerinde, makbul ve güzel) ameller işleyenler için Allah (meleklerin ve dilediği insanların kalplerine bir sevgi) koyar.” (Meryem Sûresi, 19/96) âyeti, bu hususta açıktır.
Dolayısıyla insan olan insan, her işinde sadece Allah’ın rızasını düşünmeli, sevgisi kendisine faydalı olacaklar tarafından da sevilmek istiyorsa, yine her işini Allah’ın rızası için yapmalıdır. Yoksa başkaları tarafından beğenilme, sevilme ve takdir görme arzu ve gayreti, insan için onu yoran ve perişan eden bir belâdır.
Böyle bir insan, âdeta herkesin kulu ve kölesi demektir. İşte, asıl hürriyet, gerçek insanlık ve insan adına asıl şeref ve izzet, sadece Allah’a kul olmakta, dolayısıyla yalnızca O’nun rızası istikametinde ve O’nun rızası için çalışmaktadır.
Özellikle dinî ameller ve hizmetlerde halkın takdir ve teveccühünü düşünmek, ihlâsa terstir. Bu tür amellerde ve hizmetlerde halkın teveccüh ve takdiri istenilmez, esas alınmaz. Halk isterse takdir eder; etmese de bu, bir eksiklik değildir.
Veya Cenab-ı Allah dilerse, halkın takdir ve teveccühünü dilediği kişi için hâsıl eder. Fakat insanın şahsı adına bu teveccüh ve takdirden hoşlanması doğru değildir elbette.
İnsan, bu takdir ve teveccühten kaçmalı, böyle bir takdir gördüğünde bunun bir imtihan olabileceği endişesi taşımalı ve katiyen böyle bir takdir ve teveccühü hedef edinmemeli.
Peki bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz?
Riya hastalığından kurtulmak kalbî zaafları aşarak ihlasa erip imanın tadını tatmaya bağlıdır. Çünkü insana fayda veren, imanın tadını tatmaktır.
Kulluk ve ibadetlerin Allah için değil de başkaları için yapılmasını tetikleyen nefis ve şeytan, tevhid akidesine zarar vermektedir. Güçlü, hakiki bir imanın azlığı ve azlığına rağmen şeytanın saldırısına muhatap olması, insanları sıkıntıya sevk eder.
Her şeyden önce insan, riyanın amelleri boşa çıkardığını, Allah’ın kahrını üzerine çektiğini, bundan umulan dünyevî faydaların ilk anda iyi olsa da sonunda acıya dönüşeceğini düşünerek nefsiyle mücadele etmeli, ihlas ve takva libasına bürünmelidir. Bu mücadele neticesinde insan, çaresi zor olan bu hastalıktan kurtulabilir
Riya libasından soyunup ihlas, samimiyet ve takva libasına bürünebilmek, hele hele şeytan ve nefse karşı bu hali sürekli koruyabilmek mümkün müdür?
Elbette çok zor. Ama önemli olan riyadan uzak durmak endişesini gönlümüzde sürekli taşıyabilmektir. Nitekim yazımızın başında bahsettik. Sizde bu duygunun olduğu aşikar.
Allah ile ilişkilerde ihlas, insanlarla münasebetlerde samimiyet ve imanı hakiki manada yüreğinde hissetmek, kalpten riyayı kovar.
İman, riyanın panzehiridir. İmanın merkezi kalptir. İnsan kalbi, iman için korunaklı bir kale mesabesindedir. Şeytanın tuzağı olan riya, o kaleye girip ifsat etmeye çalışan azılı bir düşmandır.
Nasıl kaleyi düşmandan korumak, kapılarını sağlamlaştırmak ve kale gediklerini kapatmakla mümkünse aynı şekilde insanın iman kalesi olan kalbinin korunması da riyanın kalbe giriş yollarını iyi bilmek ve bu yolları tıkamakla olur.
Ayrıca ameldeki eksikliği ve ihlastaki azlığı ona hissettirmek gerekir. Ancak bu şekilde riya tuzağından kurtulmak mümkündür. Riya tuzağından bir kere kurtulmanın şükrü, bir daha o tuzak alanlarına girmemek; hatta etrafında bile dolaşmamaktır.
Netice olarak kulluğumuzun riya hastalığından kurtulmasının dört yolu vardır:
1. Riya damarını keserek sebeplerini ortadan kaldırmak.
2. İbadet sırasında doğan riya şüphelerini kalpten uzaklaştırmak.
3. Hakk’a ibadet sırasında yaratıkları hiç görmemek.
4. Allah için yapılan amelde sünnete riayete titizlik göstermek.
Bunun sonucunda insan, Hakk adına yapılan ibadet ve hizmetten lezzet duymaya başlar. Ayrıca içte bulunan bir hâli dışta ızhâr etmenin bir faydası bulunmadığı gibi halkın övgü ve yergisinin Hakk nezdinde hiçbir değeri yoktur.
Rabbimiz bu hastalıktan cümlemizi muhafaza buyursun ve ihlas yörüngeli bir hayat yaşamımızı nasip eylesin...