Önce kalp kayar, sonra ayaklar!

Ali Demirel

Ali Demirel

26 Nis 2019 14:07
  • Gündelik hayatımızın akışı içinde farkında olalım veya olmayalım bizi “biz” yapan temel değerlerimiz konusunda farklı yön ve hedeflere doğru kayıp gidebiliyoruz.
    Bir toplumu yıkan temel etken toplum fertlerinin metafizik gerilimini kaybetmeleri ve bünye içinde zamanla kokuşmaların baş göstermesidir. Aslında her türlü yıkılışın veya kokuşmanın esas sebebi iç faktörlerdir.
    Sizlerin de malumunuz olsa da tekrar hatırlama kabilinden isterseniz bu iç faktörlerin en önemli olanlarını sayalım: Korku, tama; fizik düzgünlüğü, zeka, başarı, bilgi hamuleliği ve servet gibi faktörlerden kaynaklanan benlik ve gurur; şöhret, kadın, mevki ve para hırsı; bencillik ve haset; tenperverlik; bir takım beklentiler; “feleğin çemberinin arzusuna göre dönmemesi” ve gayr-ı memnuniyetsizlik gibi etkenler, tenkit, gıybet, dedikodu, duygu kirlenmesi, günahlara girme ve nihayet düşünce ve kalplerin kayması... 
    Kalbi kayan bir insanın ayaklarının kayarak tehlikeli vadilere sürüklenmesi an meselesidir. 
    Peki kişi bu acı sona nasıl gelir? 
    İsterseniz şimdi bu sorunun cevabını arayalım: İnsan, hizmetlerine tutulduğu bir grubu, içine girince zamanla az önce saymış olduğumuz faktörler gereği küçümseyebilir bir hale gelebilir.
    Sonra davranışlarında topluluk anlayış ve kurallarına, daha sonra dini kaidelere göre dengesizlikler başlar. Doğru düşünmenin en önemli unsuru olan doğru bakış açısını da kaybedince artık, Allah korusun, ayağını topluluktan çıkarır. 
    Bu çıkma, yaptıklarını kendi vicdanında ve başkaları karşısında doğru görme ve gösterme adına dini de eğip bükmesi neticesinde bizzat dinden irtidada kadar gidebilir.
    Öyleyse ne yapmalı?
    Kimse kendisini vazgeçilmez görmemeli ve başkalarını minnet altında bırakmak gibi tavırlara girmemelidir. “elminnetu lillallahi ve rasulihi - Minnet, Allah ve Rasulü’nündür.” Hidayet eden Allah’tır, bütün hayır ve başarılar Allah’tandır. 
    Bunların nefse mal edilmesi, ancak gasp olur. Bu sebeple, hidayete erdirdiklerine ancak Allah’ın minnet etme hakkı vardır. İslam’ın, İslami hizmetlerin kimseye ihtiyacı yoktur; bütün insanlar İslam’a ve İslamî hizmetlere muhtaçtır, medyundur.
    Yazımızı Bediüzzaman Hazretleri’nin sadeleştirdiğimiz şu altın tavsiyeleriyle bitirelim: 
    Öyleyse, bırak biçare hoşnutsuzluğu, benliği, bencilliği ve kapa tenkidin, gıybetin kapısını. 
    Haklı bile olsan, “hakkım var” deme, “vazifem var” de. 
    Gel boyun ey, teslim ol, saadet ve kurtuluş bundadır bil. 
    Görmez misin ki, nice “ben” diyenler, “okudum, bildim” diyenler saptı ama kalplerini safiyane Güneşler Güneşi’ne açanlar gerçek hayatı buldu. Buz parçası benliklerini bütün bir topluluğun havuzunda eritenler okyanusa erdi. 
    Öyleyse bir millet, bir okyanus, hatta güneş olmak varken bir damlacık olarak kuruyup gitmek niye?

    BİR SORU-BİR CEVAP
    Ebedi olan cennet hayatı insana bıkkınlık vermeyecek mi?
    Bu soruyu bize genç kardeşimiz Ömer soruyor.
    Öncelikle şunu bilmemiz lazım ki, Rabbimiz bazı ihtiyaçları sadece bu dünya için yaratmıştır. Mesela bir insanın uyuma ihtiyacı sadece bu dünyada vardır. Ahirette uyku nimeti olmayacaktır. Çünkü yorgunluk olmayacağı için uykuya da gerek kalmayacaktır. Yine tuvalete gitme, yorulma, hastalanma, acı çekme, sıkıntı duyma sadece bu dünyada olan özelliklerdir. Cennette bunların hiçbiri olmayacaktır.
    Bıkkınlık da yine bu dünyada var olan bir histir. Cennette bıkma hissi de olmayacaktır. 
    Bu duruma şöyle bir örnek verebiliriz: Bir insan dünyada iken aç kalsa bu kişi “Şimdiye kadar binlerce defa yemek yedim, bıktım artık bugün de yemek istemiyorum” der mi? 
    Dünya gibi fâni olan bir yerde bile insan yemekten, içmekten bıkmıyorsa cennetteki tarifi imkânsız nimetlerden bıkabilir mi? 
    “Oradan hiç ayrılmak istemezler!”
    Çünkü Allah (c.c) orada insanı bu formatta yaratmayacaktır. Orada insan daha genç, daha güzel, yaşlanmayan, hasta olmayan, üzülmeyen, uykusu gelmeyen, strese girmeyen, bir şeyden bıkmayan özelliklerde yaratacaktır. Allah (c.c.) cennette, nimetlerinden usanmanın olmayacağını Yüce Kitabında şöyle beyan eder:
    “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri vardır. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.” (Kehf suresi, 107-108. ayetler)
    İnsan, dünya gibi basit ve fâni olan bir mekânda bile pek çok acıya, ıstıraba, yalnızlığa ve hastalıklara rağmen yaşamdan kopamıyorsa hastalığın olmadığı, dert ve sıkıntıların bulunmadığı, ölümün yok edildiği bir mekânda neden sıkılsın ki?

    TWİTTER : @aliihsandemirel

    26 Nis 2019 14:07
    YAZARIN SON YAZILARI
    YAZARLAR