Özellikle yurt dışında yaşayan okurlarımızın çok sorduğu bir soru bu. Tabiî ki soruyu cevaplandırmak çok yönlü bir araştırma gerektiriyor. Bu konuda yeterli bilgi sahibi olmadığımı yazının başında itiraf etmiş olayım.
Ama bu sorunun mutlaka cevaplandırılması gerekiyordu. Konuyu uzmanına danışalım istedim. Kıymetli arkadaşım İlahiyatçı-Yazar Dr. Yüksel Çayıroğlu bu alanda ihtisas sahibi. Kendisi aynı zamanda “İslam Hukuku’na göre helal gıda” isimli kitabın yazarı. Akademik birikiminin yanında ayrıca saha bilgisi de olan birisi.
Malumunuz bazı ilahiyatçılar, günümüzde gıdalarda alkol kullanılmasına ciddî bir ihtiyaç olduğunu, alkolün kimyevî bir madde olması itibariyle Kur’ân’da haram kılınan sarhoş edici içkilerden farklı olduğu ve alkolün necis olmadığı gibi değişik gerekçeler öne sürerek içinde az miktarda alkol bulanan gıdaların caiz olduğu fetvasını veriyorlar.
Etil alkol meyvelerde de var!
Etil alkolün doğal olarak bazı meyvelerde bulunduğu bir gerçek. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s):
“Üzümden içki yapılır, hurmadan içki yapılır, baldan içki yapılır, buğdaydan içki yapılır, arpadan içki yapılır. Ben sizi bütün sarhoş edicilerden yasaklıyorum.” (Ebû Dâvud, Eşribe 4) buyurarak, adeta bu meyve ve yiyeceklerde fıtrî olarak bulunan alkole işaret ediyor.
Ayrıca bu alkol oranlarını özel işlemlerden geçirip mayalandırmak suretiyle fazlalaştırarak sarhoş edici bir düzeye getirip bunu içmeyi ise haram kıldığı ifade ediyor. Yani burada haram kılınan, alkolü arttırılmış içecektir, sarhoşluk veren içkidir.
Bu konuda Yüksel Hoca, meyve, ekmek, yoğurt, sirke ve turşu gibi gıdaların bir miktar alkol ihtiva ettikleri bilgisinin doğru olduğunu, meyvelerin taze olduklarında neredeyse hiç alkol ihtiva etmeseler de zamanın geçmesiyle birlikte içlerinde bulunan alkol oranının da arttığını söyleyerek şöyle bir örnek veriyor:
“Mesela 4 günlük bir muzun 100 gramında ortalama olarak 0,1 gram etil alkol oluşurken, muz 14 günlük olduğunda alkol miktarı da 1 grama çıkmaktadır. Aynı şekilde üzüm ve elma gibi meyvelerden elde edilen meyve suları çok az miktarda alkol ihtiva etseler de, özellikle sıcak ortamlarda bekletildiklerinde zamanla alkol oranı artmakta ve hatta bir süre sonra kabarcıkların oluşmasından ve koku ve tatlarının değişmesinden de anlaşılacağı üzere sarhoş edici hâle gelmektedirler.”
O halde hiçbir zaman içinde az miktarda alkol oluştuğu ifade edilerek muz, portakal ve elma gibi meyveler haram kılınamaz. Haram kılınan, sarhoşluk veren içkilerdir.
Etil alkolü, gıdalardaki alkole kıyas doğru mu?
Buraya kadar her şey tamam. Sözün burasında şu soruyu soralım:
Gıdalara sonradan alkol ilave etmeyi, bazı gıdalarda kendiliğinden oluşan alkole kıyas etmek doğru bir yaklaşım mı?
Yüksel Hoca, bunun doğru bir yaklaşım olmadığını, zira ikincisinde mahiyeti itibariyle sarhoşluk veren ve dolayısıyla da haram olan bir maddenin kullanıldığını ifade ediyor. Üstelik buradaki kasıt unsurunun da göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çiziyor.
Peki bazıları, etil alkolün kimyevî bir madde olmasından yola çıkarak onu sarhoş edici içkilerden farklı değerlendirebiliyor. Bu konu ile alakalı ise şöyle diyor Yüksel Hoca:
“Evet, etil alkol, C2H5OH formülüne sahip olan ve organik bileşikler içinde önemli bir grup olan alkoller sınıfındandır. Fakat onun nasıl bir madde olduğuyla hükmü arasında doğrudan bir bağlantı kurmak mümkün görünmemektedir. Unutulmamalı ki, etil alkol keyif alma maksadıyla doğrudan içilen bir madde olmasa da, sarhoş edici bütün içkilerin özü ve ruhu konumundadır.
Diğer bir ifadeyle, müskiratın (alkollü içkilerin) haram kılınmasının asıl sebebi, onların etil alkol ihtiva etmeleridir. Çünkü insana sarhoşluk veren, aklı gideren, pek çok organda tahribat yapan asıl madde, içkilerin içinde yer alan etil alkoldür. İçilmesi haram kılınan sarhoş edici bir içkiden etil alkol çıkarıldığında, haramlık hükmü de ortadan kalkacaktır.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğu takdirde, sarhoşluk veren içkilerin haram görülüp de, sarhoşluğun asıl müsebbibi olan etil alkolün caiz görülmesi kabul edilebilecek bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla bizce gıdalara herhangi bir içki katılmasıyla alkol katılmasının hükmünü farklı değerlendirmek isabetli bir yaklaşım değildir.”
Meselenin bir de zaruret boyutu var!
Yani bazı ilahiyatçılar, gıdalara katılan aromaların çözümünde alkol kullanılmasını zaruret, ihtiyaç ya da umum-ı belva (kaçınılması mümkün olmayan zorluk) olarak görüp buna istinaden de bu gıdaların kullanılmasına cevaz veriyorlar.
Yüksel Hoca’ya bunu da soruyorum. Kendisi böyle bir yaklaşıma katılmadığını söylüyor. Zira ne alkol katılan gıdaların tüketilmesi ne de aromaların çözülmesi için alkol kullanılması zaruri değildir. Çünkü günümüzde bir insan, alkolsüz birçok gıda maddesine ulaşabilir. Ayrıca günümüzde “ara çözücü” olarak kullanılabilecek daha başka maddelerin de bulunduğu konunun uzmanları tarafından dile getiriliyor. Alkolün daha yaygın olarak kullanılmasının tek sebebi, ucuz olması. Gıdalara farklı bir lezzet vermek için değişik içkilerin katılmasına gelince, buna ihtiyaç bulunmadığı izahtan varestedir.
Üstelik “zaruret” veya “umum-ı belva (kaçınılması mümkün olmayan zorluk)” gerekçesiyle az miktarda alkol kullanımına müsaade edildiği takdirde hem Kur’ân’ın içkiden uzak durma emri ihlâl edilmiş (Mâide, 90) hem de bu konudaki çözüm arayışlarının önü alınmış olacaktır ki bu da siyaset-i şeriyye açısından doğru değildir.
Konuyla alakalı son söz!
Yüksel Hoca, konuyla ilgili yaklaşımını belirttikten sonra bizim de katıldığımız şu hatırlatmayı yapmayı da gerekli görüyor:
“Netice itibariyle bu konunun modern araştırmacılar arasında ihtilaflı olduğu unutulmamalı. Dolayısıyla bazıları alkol ihtiva eden gıdalardan uzak durma noktasında hassas olsalar da gerek farklı bir içtihadı tercih ettiği, gerekse kanaat-i vicdaniyesiyle bu konuda umum-ı belva olduğunu düşündüğü için bu tür gıdaları tüketmekte bir mahzur görmeyen kimselere karşı da suizanna girmemelidirler. Böylece hem kendi hassasiyetlerinin sevabını almış hem de suizan günahından kurtulmuş olacaklardır...”
BİR SORU-BİR CEVAP
Evde kuş ve akvaryum balığı beslemek doğru mu?
Her şeyden önce şunu ifade edelim ki aslında kuşlar, başta Rabbimizi tanımamıza vasıta olan bir nimet. Onlar, ötüşleri ve şakımalarıyla yaratıcılarına zikirlerini haykıran bir sanat eseri. Rengârenk tüyleri, uçuşları ve duruşlarıyla birbirinden güzel manzaralar sergileyen bin bir nimet...
Özellikle şehir hayatının kendine has tarzı itibariyle bu nimetlerden yeterince istifade edemeyen bazı kimseler kanarya, bülbül, muhabbet kuşu ve papağan gibi kuşları sesleri ve süsleri maksadıyla evlerinde besliyorlar.
Burada o hayvanlara bir zulüm söz konusu olmaz. Zaten bu kuşlar kafeste yaşayabilecek yapıdadırlar. Ciddi bir besleme ve bakıma tâbi olduklarından bir zarara uğramış olmuyorlar.
Nitekim Asr-ı Saadette bu meseleye ışık tutan bir hadise de vardır. Sahabe-i Kiram’dan Enes bin Mâlik’in küçük kardeşinin küçük bir kuşu vardı. Bir seferinde Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu çocuğu gördüğünde, “Kuşcağıza ne oldu?” diye sormuştu. (İbni Mâce, Edeb, 2)
Bu hadiseden de anlıyoruz ki, kuşu hapsetmek caiz olmasaydı, Peygamber Efendimiz mutlaka onun serbest bırakılmasını emredip bu fiili yasaklayacaktı.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. Şöyle ki kuş sevgisi, merakı, hobisi günümüzün büyük bir kısmını almamalı, ibadetimize engel olmamalı, bizi asıl vazifelerimizden alıkoymamalı, işi boş meşguliyete götürmemelidir.
Akvaryum için de aynı şeyler geçerlidir. Birbirinden güzel balıkların yüzüşlerini seyretmek insanı tefekkür ufkuna yükseltecektir. Balıkların dışında diğer deniz hayvanları da aynı kategoriye tabidir.