Soru: “Peygamber Efendimiz’in hayatında dokuz Ramazan yaşadığını biliyoruz. Allah Resulü’nün yaşamış olduğu Ramazan aylarında mutlaka acı-tatlı pek çok hadise yaşanmıştır. Bu hadiselerden bahsedebilir misiniz?” (Murat B.)
Murat Bey’in sorusu üzerine Allah Resulü’nün (s.a.s.) Ramazan hatıralarını anlatmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Hz. Hatice annemizi kaybetmek, Efendimiz’i çok üzmüştü. Sadece bir eşi değil davasının büyük bir destekçisini de kaybetmişti. Her iki açıdan çektiği acı dışarıdan kolayca fark edilecek kadar büyüktü. Bu hâli uzun süre devam etti.
Allah Resûlü (s.a.s.) bu üzüntüye rağmen bir taraftan büyük bir gayret ve sorumluluk gerektiren İslam davetini yürütüyor, bir taraftan evi ve çocuklarıyla ilgileniyordu. Sıkıntı içinde olduğunu gören sahabiler, Efendimiz’e yardıma koşuyor, biraz da olsa yükünü hafifletmeye ve kalbini rahatlatmaya çalışıyorlardı.
Efendimiz’e yardıma koşan ve ev işlerinin bir ucundan tutarak kızları ile ilgilenenlerden biri de Hz. Osman b. Mazûn’un eşi Hz. Havle binti Hakîm’di. Sık sık Efendimizin evine giden Havle Hanım, yine bir gün izin isteyip içeri girdi. Efendimiz ile merhabalaştı, hâl ve hatırını sordu.
Allah Resulü’nün üzgün ve bitkin bir hâlde olması onu çok üzdü. Hüznünü giderip gönlünü rahatlatacak bir çare düşünmeye başladı. Aklına gelen tek çare ona ve kızlarına yardımcı olacak saliha bir hanımdı. Efendimiz’e Sevde binti Zem’a’yı tavsiye etti. Allah Resulü bu evliliğe onay verdi ve evlilik gerçekleşti.
Çok nezih ve latifeyi seven bir hanım olan Hz. Sevde, üzüntü ve sıkıntılardan bunalan Allah Resûlü ve kızlarını biraz olsun rahatlattı, gönüllerinde bir meltem rüzgârı gibi esti.
Elbette kemalin doruk noktasında olan Hz. Hatice’nin yerini doldurmak imkânsızdı. Zaten Efendimiz’in de ondan böyle bir beklentisi de yoktu. Allah Resulü’nün arzusu muhtemelen her gün biraz daha artan baskı ve zulmün ağırlığını hafifletmekti. Evleneceği kişiden beklentisi kendine ve ailesine yardımcı ve destek olması, evini çekip çevirmesi, İslam daveti sırasında aklını evinde ve çocuklarında bırakmamasıydı.
Efendimiz’in yaşadığı Ramazanlarda gerçekleşen başka güzel bir hadise ise torunu Hz. Hasan’ın dünyaya gelmesiydi.
Hz. Hasan, hicri 3. yılında Ramazan ayında doğmuştu. Allah Resûlü kızı Fatıma’ya, bebeğin doğumuna kadar olan sürede özel ilgi gösterdi. Doğum günleri yaklaştıkça ilgisi daha da arttı. Sık sık evine gidip ziyaret etti, hâl hatırını sorup dua buyurdu. Bundan sonra neler olduğunu Sevde binti Misrah şöyle anlatır:
“Hz. Fâtıma’nın, Hasan’ı dünyaya getirmesi yaklaştığında yanındaydım. Sancıları başladığı sırada, Allah Resûlü kızının evine geldi. Kapıyı ben açtım. Beni görünce:
- Canım feda olan kızım nasıl, iyi mi? diye sordu.
- Doğumu yaklaştı, sancısı arttı, dedim.
- Fâtıma doğum yapar yapmaz bana haber verin! Sakın ben gelmeden önce çocuk için bir şey yapmayın, diye sıkı sıkı tembih ederek ayrıldı.
Fâtıma doğum yapınca, çocuğun göbeğini kestim. Her zaman yaptığımız gibi çocuğu bir beze sardım. Sardığım bez sarıydı. Kızının doğumunu haber alan Allah Resûlü (s.a.s.) vakit kaybetmeden yanımıza geldi. Kapıyı çalınca yine ben açtım.
- Canım feda olan kızım ne yapıyor, durumu nasıl? diye sordu.
- Şu an çok iyi, sağlıklı bir doğum yaptı. Çocuğun göbeğini keserek sarı bir beze sardım, dedim. Sorularına cevap verirken doğum telaşından tembihini unuttuğumu anladım. Durumu fark eden Allah Resûlü:
- Sözümü dinlemedin, buyurdu. Üzgün ve mahcuptum:
- Allah ve Resûlü’ne isyan etmekten Allah’a sığınırım. Yalnızca göbeğini kestim, başka da bir şey yapmadım Yâ Resûlallah! diyerek kendimi affettirmeye çalıştım. Başka bir şey söylemeyen Efendimiz:
- Onu bana getir, buyurdu. Hemen Hz. Fâtıma’nın yanına gittim. Çocuğu alıp O’na götürdüm...
Doğumun yedinci günü çocuklar için çok özeldi. O gün kendilerine isim verilir, adak kurbanı kesilir, fakirlere sadaka dağıtılırdı. Torunlarını ihmal etmeyen Peygamberimiz, yedinci günü büyük bir sevinçle kızının yanına gitti. Eve girince:
- Torunumu bana getirip gösterin, buyurdu. Annesi oğlunu kucağına verince sevinci kat kat arttı. Bir süre yanaklarını öptü, sevip okşadı. Sonra Hz. Ali’ye döndü:
- Adını ne koydunuz? diye sordu. Hz. Ali:
- Harp ismini verdim, dedi. İsme çok önem veren Efendimiz, hoşa gitmeyecek, çocuğun üzerinde olumsuz etki bırakacak isimleri değiştirirdi. Bu isimden hoşlanmayan Allah Resulü, onun savaşçı değil barışçı, korkutan değil müjdeleyen, iyiye ve güzele çağıran biri olmasını arzu ediyordu. Bunun için:
- Onun ismini değiştirmek istiyorum, buyurdu. Hz. Ali:
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir. İstediğiniz ismi verebilirsiniz, dedi. Efendimiz bunun üzerine;
- İsmi Hasan olsun. Ben ona, Harun Peygamber’in oğluna verdiği Beşir ismini de veriyorum, buyurdu.