Hz. Zeyneb, Allah Resûlü (s.a.s) ile Hz. Hatice’nin ilk kızıdır. Efendimiz kızı olduğu haberini alınca o günkü Arap erkeklerin aksine yüzünü asmayıp sevindi. Eşini tebrik edip kızını kucağına aldı. Öpüp koklayarak sevdi. Adını Zeyneb koydu. Doğumu ile evleri daha da şenlendi, mutlulukları bir kat daha arttı.
Hatice annemiz Hz. Zeyneb’i yedi gün emzirdi. Sonrasında, o günkü Arap âdetlerine uyarak kızının daha sağlıklı ve iyi büyümesi için uygun bir sütanne aramaya başladı. O bulununcaya kadar kızını Allah Resûlü’nün (s.a.s) halası Safiyye’nin cariyesi Selma Hanım’a verdi.
Sütanneye verildiği gün kızı için birçok özel ve güzel şeyler yapıldı. Önce akika kurbanı kesilip fakirlere ve dostlara ikram edildi. Sonra saçından bir tutam kesilerek ağırlığınca gümüş yoksullara dağıtıldı.
Hz. Zeynep’in doğumundan bir yıl sonra Kâsım vefat etti. Onun vefatı annesini ve Efendimizi çok üzdü. Akrabaları, eş ve dostları acılarını paylaşarak onları teselli etti. Kâsım vefat edince Hz. Zeyneb tek kaldı. İki yıl sonra Rukiyye adını verdikleri bir kız kardeşi oldu. Bir yıl sonra Ümmü Külsûm, ondan bir yıl sonra ise Fâtıma dünyaya geldi.
Diğer kardeşlerinin doğumu ile evde dört kız kardeş oldular. Zeyneb hepsine ablalık yaptı. Mutlu bir yuvada, huzur içinde büyüdüler.
Evlenmesi nasıl oldu?
Hz. Zeyneb’in dikkatini çektiği kişilerden başında Hz. Hatice’nin çok sevdiği kız kardeşi Hâle binti Huveylid geliyordu. Hâle, aklından geçenleri Mekke eşrafından olan oğlu Ebû’l- s b. Rebî’ye açınca onun da Zeyneb’i beğendiğini, hatta onunla evlenmek istediğini anladı.
Oğlunun duygularını öğrenen Hâle binti Huveylid, vakit kaybetmeden kız kardeşi ile görüştü. Uzun uzadıya konuştular. Hz. Hatice’nin kızının Ebû’l- s ile evlenmesine sıcak baktığını fark edince doğruca kendini heyecanla bekleyen oğlunun yanına gitti. Durumu anlatarak teyzesi ile birde kendisinin konuşmasını istedi.
Ebû’l- s, ticaret yapan, ahlaklı ve güvenilir bir gençti. Mekke’nin zengin eşrafındandı. Allah Resûlü (s.a.s) onu yakından tanıyordu. Hatta Peygamberimizin dostu ve arkadaşı denecek kadar samimiydiler. Yalnızca Ebû’l- s ile değil, onun bütün ailesi ile samimiydi. Zaman zaman annesi Hâle’nin evine gidip onu ziyaret ederdi.
Annesinin de teşviki ile bir gün düşüncelerini teyzesine açan Ebû’l- s, Zeyneb ile evlenmek istediğini bildirdi. Hz. Hatice, onun bu düşüncesine hemen “evet” demese de “hayır” da demedi. Düşünmek ve eşi ile konuşmak için zaman istedi. Ebû’l- s gittikten sonra Allah Resûlü’nün (s.a.s) fikrini almak için kendisiyle konuştu.
Efendimiz, kızlarının evlilik için biraz küçük olduğunu düşünse de yapılan teklifi uygun gördü. Eşinin rızasını aldıktan sonra kızı Zeyneb’e durumu anlatan Annemiz, Ebû’l- s’ın iyi bir insan ve evlilik için uygun bir eş olduğunu söyledi. Kızının evliliğe razı olduğunu fark edince, Ebû’l- s’a haber göndererek yanına çağırdı. Onunla konuşup evlenme teklifine “evet” dediklerini bildirdi.
Aldığı cevaba çok sevinen Ebû’l- s annesi ile görüşerek düğün hazırlıklarına başladı. Çok sevinçli olan Hz. Hatice, düğününün güzel olması için gereken bütün hazırlıkları yaptı. Nikâh kıyılınca gelen misafirlere deve kesen Ebû’l- s, onlara güzel bir düğün yemeği ikram etti. Hz. Hatice, düğün hediyesi olarak kızına bir gerdanlık taktı.
Hz. Zeyneb evlendikten sonra eşi ve çevresi ile çok güzel bir iletişim kurdu Bu sevgi dolu ilişkileri, hayatı boyunca aynı güzellikte devam etti.
Kızının mutluluğu ile mutlu olan Allah Resûlü (s.a.s) her fırsatta kızını ziyaret eder, onun ve eşinin hâl ve hatırlarını sorardı. Zaman zaman Hâle Hanım’ı da ziyaret eden Efendimiz, ona çeşitli ikramlarda bulunur, onu onurlandırmak için bazen evinde kaylûle uykusuna bile yatardı.
Eşi sık sık ticarî yolculuklara çıktığı için yalnız kalan Hz. Zeyneb, anne-babasının ziyaretlerine sıkça giderdi. Evlerinde kalır, sevinç ve tasalarını paylaşır, yardıma ihtiyaçları olduğunda elinden geldiğince destek olurdu.
Ne zaman ve nasıl Müslüman oldu?
Hz. Zeyneb baba ocağına bu gidiş gelişleri sırasında, Allah Resûlü’nün (s.a.s) peygamberlik sürecine, babasının yaşadıklarına yakından şahit oldu. Bu sayede vahyin gelişini ilk olarak öğrenen kişilerden olma şerefine nail oldu. Olanlara ilgisiz kalmadı. Ailesine destek olmak için büyük bir çaba gösterdi.
Babasının yaşadığı acılara şahit olan Hz. Zeyneb, zaman zaman endişeye kapılıp üzüldü. Babası ile ilgili endişelerini bir türlü üzerinden atamıyor, kimi zaman dayanamayıp endişesini dışa vuruyordu. Bunu fark eden Hz. Fâtıma henüz yedi yaşında bir çocuk olmasına rağmen bir gün ablasını:
- Bu ümmetin peygamberinin kızı olmak seni sevindirmiyor mu!? sözleri ile yaşının çok ötesinde bir feraset ve zekâ ile uyardı. Şaşıran Hz. Zeyneb:
- Elbette sevindirir ey Fâtıma! Bu hangi genç hanıma şeref kazandırmaz ki!? Hem bundan öte bir şeref mi var? Ancak benim endişem kendimle ilgili değil babamla ilgili. Dayımız Varaka b. Nevfel’in söylediklerini hatırlayınca endişeleniyorum. O anneme babamızın yalanlanacağını, işkenceye maruz kalacağını, memleketinden çıkarılacağını söylemiş. Bunlar aklıma gelince üzülüyorum, cevabını verdi.
Bu sözler Hz. Fatıma’yı da düşünceye sevk etti ama annelerinin Allah Resûlü’nü (s.a.s) teselli etmek için söylediklerini hatırlayınca ikisi de rahatladı.
Allah Resûlü (s.a.s), insanları İslam’a davetle görevlendirilince ona ilk olarak Hz. Hatice iman etti. Yalnızca iman etmekle kalmayıp, kızları ile konuşarak onları İslam’a davet etti. Annelerini dinleyen kızlar, hiç tereddüt etmeden Müslüman oldular. Zaten onlar vahyin geliş sürecini adım adım takip ediyor, neler olup bittiğine yakından şahit oluyorlardı.
Yuvası nasıl bozulmak istendi?
Allah Resûlü (s.a.s) insanları İslam’a davet etmeye başlayınca pek çok Mekkeli Müslüman oldu. İnsanların onu ciddiye aldığını gören müşrikler, sahabiler üzerinde büyük bir baskı kurmaya başladılar. Hz. Zeyneb yapılanları görüp duydukça uykuları kaçtı, çaresizlikten kıvranıp durdu.
Zalimler, Efendimizi rahatsız etmek için akıllarına gelen her tür maddî-manevî işkence aracını kullanıyorlardı. Hatta sırf Allah Resûlü’nü (s.a.s) üzmek için Rukiyye ve Ümmü Külsûm annelerimizin nişanlılarını kışkırtarak boşanmalarını bile sağlamışlardı.
Hz. Zeyneb, kardeşlerinin inançlarından dolayı nişanlarının atılmasına çok üzüldü. Ancak gözleri dönen müşrikler, inananları yıldırmak için hiçbir kötülükten sakınmıyordu. Bunun için kardeşlerinin boşanmasına ön ayak olanlar, şimdi onun eşinin yanına gitmişler:
- Muhammed’in kızını boşa! Seni Kureyşlilerden istediğin adamın kızıyla evlendirelim, diyorlardı.
Ancak, Ebû’l- s’ın ne Allah Resûlü’nü (s.a.s) üzmeye, ne de çok sevdiği eşinden ayrılmaya niyeti vardı. Bunun için müşriklerin yaptığı teklifi:
- Vallahi, bunu asla yapamam. Eşimden ayrılmam. Kureyşlilerden kimin kızı olursa olsun, onu eşimle değişmem, diyerek kesin bir dille reddetti.
Kureyşliler Ebû’l- s’ın çok kararlı olduğunu görünce, bir daha böyle bir teklif yapmadılar. Olayı duyan Hz. Zeyneb, Kureyşlilerin ellerini evliliğine kadar uzatmalarına, yuvasını dağıtmaya kalkışmalarına çok üzüldü. Eşinin cevabı onu sevindirse bile bundan sonra onlardan her türlü kötülüğün gelebileceğine inandı.
Annesinin vefatını nasıl karşıladı?
Büyük acılar çeken ve bunlara daha fazla dayanamayan annesi Hz. Hatice, Allah Resûlü’ne (s.a.s) peygamberliğin gelişinin onuncu yılında vefat etti. Annesinin ölümü Hz. Zeyneb’i derinden sarstı. Annesinin vefatından sonra yükü daha da ağırlaştı. Babasının evine daha sık gidip gelmeye, kardeşleri ile yakından ilgilenmeye ve onlara manevî destek olmaya gayret etti.
Tam o günlerde hamile kalan Hz. Zeyneb’in dünyalar güzeli bir kızı oldu. Kızının doğumu ile buruk bir sevinç yaşadı. Zira yakın zamanda dünyanın en iyi annesini Rabbine yolcu etmişti. Ayrıca babasının yıllardır yaşadığı acı, eşinin hâlâ Müslüman olmayışı kalbini kanatan yaralardı.
Çocuklarına Ümame ismini verdiler. Bütün aileye meltem rüzgârı gibi gelen Ümâme, Allah Resûlü (s.a.s) dâhil herkesin yüzünü güldürdü. Gönüllerini hoş etti. Kalplerinin üzerinde tatlı bir esinti bıraktı.
Zulümler karşısında nasıl dik durdu?
Medineliler İslam ile şereflenmeye başlayınca Müslümanlar hicret etmeye başladılar. Bir süre sonra Mekke’de neredeyse hanımlar, hapsedilenler ve hicrete güç yetiremeyenlerden başka Müslüman kalmadı. Allah Resûlü (s.a.s) Rabbinden emir alınca Hz. Ebû Bekir ile birlikte hicret etti. Müşriklerin babasını öldürmek için ardına düşmesi Hz. Zeyneb ve kardeşlerini endişelendirdi. Medine’ye ulaştıklarını haber alınca çok sevindiler.
Mekke’de boynu bükük öksüz kalan Hz. Zeyneb, müşrikler karşısında dik durmaya, hâlini belli etmemeye çalışıyordu. Mekke’de kalan kız kardeşlerine kol kanat gerdi. Sık sık yanlarına giderek onlara destek olmaya, teselli etmeye ve ümit vermeye çalıştı.
Mekke’de yalnız başlarına müşriklerin arasında zaman geçmiyor, günler bir türlü bitmiyordu. Aylar yıl gibi uzuyordu. Yedi sekiz ay böylece sabrettiler. Allah Resûlü (s.a.s) kızları ve eşi için uygun ortamı hazırlayınca hanımları getirmeleri için Zeyd b. Hârise ve Ebû Râfi’yi görevlendirdi.
Sahabilerin Allah Resûlü’nün (s.a.s) ev halkını alıp Medine’ye götüreceklerini haberdar olan Ebû’l- s endişelendi. Ne olur ne olmaz diyerek, onlar Mekke’den çıkıncaya kadar eşini eve hapsetti.
Mekke’de tek başına kalan Hz. Zeyneb, kardeşlerini bile yolcu edemedi. Müslümanlar Medine’de Rabbine serbestçe ibadet ve dua ederken o, Mekke’de bir başına müşriklerin arasında kalmıştı. Sanki çilesi her gün biraz daha ağırlaşarak devam ediyor, geceler uzadıkça uzuyordu.
Sabır ve dua ile ümide sarılmaktan başka çaresi de yoktu. Büyük bir metanet ve sabırla gece gündüz dua ediyor, Allah Resûlü (s.a.s) ve inananlara kavuşacağı anı ümitle bekliyordu.
Bedir savaşı onu niçin endişelendirdi?
Allah Resûlü (s.a.s) Mekke’den hicret ettikten sonra aradan on altı ay geçmişti. Bir gün, Damdâm b. Amr adında bir elçi soluk soluğa Mekke’ye geldi. Şehre yaklaşır yaklaşmaz devesinin üzerinde, avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
- Baskın! Baskın! Muhammed arkadaşları ile birlikte, Ebû Süfyân’ın kervanında bulunan mallarınıza saldırdı.
Haberi duyan müşrikler, önce şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilemez hâle geldiler. Ancak şaşkınlıkları fazla uzun sürmedi. Hızlıca bir ordu hazırlayıp kervanlarını kurtarmak için yola çıktılar. Gerekirse Müslümanlarla savaşacak, hepsini öldüreceklerdi. Olanlardan haberdar olan Hz. Zeyneb çok endişelenmişti.
Ne yapacağını bilmeden büyük bir endişeyle beklerken eşi eve geldi. Ona bir şey söylemeden acele ile hazırlanarak orduya katıldı. Ebû’l- s’ın kendisi ile konuşmadan gitmesi onu çok üzmüştü. Konuşsaydı veya konuşabilseydi belki gitmesini engeller, çok sevdiği eşinin babasına karşı savaşma acısını yaşamazdı.
Ordu yola çıktığında Hz. Zeyneb dua dua Rabbine yalvarıyordu. Bir tarafta canından çok sevdiği babası, bir tarafta sevgili eşi; bir tarafta Müslümanlar, diğer tarafta müşrikler. Eşini anlamaya çalışsa da babası ile savaşmaya gittiği için ona kırıldı. Ordunun yola çıkmasından itibaren günler geçmek bilmedi. Saatler durmuş, nefesler tutulmuş, herkes Bedir’den gelecek haberi bekliyordu.
Vefa timsali Allah Resûlü (s.a.s), savaş başlamadan hemen önce, ashabına seslenerek bazı kişiler hakkında özel talimatlar verdi. Savaş meydanında kendilerine karşı savaşsalar bile yine de sahabilerine onları öldürmemeye özen göstermelerini emretti.
Tam o sıralarda Hakem b. Hizâm, Bedir kuyusundan su içiyordu. O, abluka sırasında üç yıl boyunca müşriklerin yasağına aldırmadan Müslümanlara yiyecek götüren kişiydi. Allah Resûlü’nün (s.a.s) ona minnet borcu vardı. İşte Hakem b. Hizâm, şimdi Bedir kuyusundan su içiyordu. Sahabiler Hakem b. Hizâm’ı öldürülmek isteyince Efendimiz onlara müdahale etti.
- Onu bırakın! buyurdu.
Yine Müslümanlarla birlikte abluka altına alınan Haşimoğulları ve her vesile ile müşriklere karşı Allah Resûlü’nün (s.a.s) yanında olan Ebû’l-Bahterî hakkında:
- Ben biliyorum ki Haşimoğulları’ndan ve diğer insanlardan bazı kimseler zorla savaşa getirildiler. Onları öldürmemiz doğru olmaz. Sizden kim Haşimoğulları’ndan birine rastlarsa onu öldürmesin! Kim Ebû’l-Bahterî’ye rastlarsa onu öldürmesin!
Korunması gerekenlerden biride damadı Ebû’l- s’tı. Allah Resûlü (s.a.s) onun için de:
- Ebû’l- s’ı gören kişi, onu öldürmeyip esir alsın! buyurdu.
Savaş başlayınca sahabiler büyük bir kahramanlık destanı yazarak kendilerinden üç kat fazla olan müşrik ordusunu darmadağın ettiler. Savaş sonunda pek çok müşriki esir aldılar. Bunlardan biri de Ebû’l- s’tı. Hirâş b. Simme veya Abdullah b. Cübeyr tarafından esir alınmıştı.
Müslümanlar büyük bir zaferle Medine’ye dönerken müşrikler, büyük bir üzüntü ve yıkım içindeydiler. Hz. Zeyneb’in duaları kabul olmuş, eşini ona bağışlamıştı. Eşinin esir düşmesine fazla üzülmedi. Hatta Müslümanlardan biri hidayetine vesile olur diye sevinmişti belki. Düşüncesinde yanılmamıştı. Ebû’l- s esir kaldığı süre içersinde Müslümanlardan çok etkilenmişti. Bu hâlini kendisi şöyle anlatır:
“Müslümanlar bizi esir alınca Allah Resûlü (s.a.s):
- Esirlere iyi davranın! Yediğinizden onlara da yedirin, buyurdu. Allah Resûlü’nü (s.a.s) duyan bütün sahabiler, emrini en güzel şekilde yerine getirdiler. O sırada ben, bir grup Medineli Müslüman ile birlikte oturuyordum. Akşam yemeğinin vakti gelince yemek için hazırlık yaptılar. Yiyecek olarak biraz ekmekleri, biraz da hurmaları vardı. Ekmekleri azdı. Allah Resûlü’nün (s.a.s) ‘Esirlerinize iyi davranın!’ emrinden dolayı ellerindeki zaten az olan ekmek kırıntılarının tamamını bana verdiler.”
Mekkeliler bir süre bekledikten sonra esirlerini kurtarmak için Medine’ye fidye göndermeye başladılar. Durumu değerlendiren Hz. Zeyneb, annesinin düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığı boynundan çıkararak fidye için eşinin kardeşi Amr b. Rebî’ye verdi. Uzun bir yolculuktan sonra Medine’ye gelen Amr, doğruca Allah Resûlü’nün (s.a.s) yanına gitti gerdanlığı uzatarak:
- Kızınız Zeyneb, eşi Ebû’l- s’ın fidyesi olması için bu gerdanlığı size gönderdi, dedi. Yanında götürdüğü mallarla birlikte gerdanlığı da vererek kardeşini kurtarmak istedi.
Allah Resûlü (s.a.s) gerdanlığı görünce hem sevgili eşi Hz. Hatice’yi hatırladı hem de kızı Zeyneb’i düşünerek hasret acısından yüreği sızladı. Geçmiş film şeridi gibi önünden akıp gitmişti belki. Hüzünlendi. Gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar döküldü. Ashabına döndü:
- Eğer Zeyneb’in esirini serbest bırakmayı ve gerdanlığı kendisine geri vermeyi uygun görürseniz böyle yapın, buyurdu.
Sahabe-i Kirâm o derde yapmaz mı!? Sahabeydi onlar. Tereddütsüz iman eden ve tâbi olan!.. Hiç düşünmeden Hz. Zeyneb’in gerdanlığını geri verdiler, sonra da Ebû’l- s’ı serbest bıraktılar.
Ebû’l- s’ı yanına çağıran Allah Resûlü (s.a.s) kendisi ile konuşarak ondan Mekke’ye döndüğünde Hz. Zeyneb’i serbest bırakması konusunda söz aldı.
Eşinden ayrılması onu üzdü
Ebû’l- s büyük bir sıkıntı içinde Medine’den ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı. Bir tarafta Allah Resûlü’nün (s.a.s) ve Müslümanların kendisini âdeta büyüleyen davranışları ve ona verdiği söz, bir tarafta çok sevdiği eşi, diğer bir tarafta ise hâlen etkisinden kurtulamadığı kör cehalet ve atalarının dini. Bu günün tabiriyle elalem/başkaları ne der kaygısı…
Endişe ve üzüntü içinde derin düşüncelerle Mekke’ye döndü. Doğruca evine gitti. Eşi ile hasret giderirken aslında onunla vedalaşıyordu. Bir süre dinlendikten sonra başından geçenleri bütün ayrıntıları ile eşine anlattı ve hüzünle:
- Babana seni göndermek için söz verdim. Seni ona göndereceğim. Ancak bu durum hazırlanıncaya kadar aramızda kalsın, kimse bilmesin, dedi.
Zeynep annemiz üzülsün mü, sevinsin mi bilemedi. Bir hasret bitip vuslat yolu açılırken bir başka hasret başlayacaktı.
- Olur, dedi sessizce. Bir taraftan Allah Resûlü’ne (s.a.s) ve Müslümanlara kavuşacağı, bir anlamda hapis hayatından kurtulup inancının gereğini rahatlıkla yaşayacağı için seviniyor, bir taraftan da çok sevdiği eşinden ayrılacağına üzülüyordu.
Son bir kez eşini Müslüman olması için ikna etmeye çalıştıysa da ümitleri bir kez daha boşa çıktı. Eşi Allah Resûlü (s.a.s) ve Müslümanları takdir etmesine ve yanlış yolda olduğunu bilmesine rağmen bir türlü Müslüman olma cesaretini gösteremiyordu.
Bu nedenle İslam ve eşi arasında bir seçim yapmak mecburiyetinde kaldı. Üstelik o sırada, karnında Ebû’l- s’ın çocuğunu taşıyordu. Yalnızca eşinden ayrılmayacak çocuklarını da babasız büyütecekti. O her şeye rağmen tereddüt etmeden İslam’ı seçti.
Hicreti esnasında neler yaşadı?
Hz. Zeyneb İslam’ı tercih edince eşi hicret için hazırlanmasını istedi. Evlerinde olan hareketlilik çok zeki bir hanım olan Hind binti Utbe’nin gözünden kaçmadı. Bedir savaşında babası, amcası ve kardeşini kaybettiği için Müslümanlara büyük bir kin besliyordu. Belki de şimdi içini biraz olsun rahatlatacak bir fırsat yakalamıştı. Bundan sonra neler olduğunu Hz. Zeyneb anlatıyor:
“Hicret ederek babama kavuşmak için hazırlanırken Hind binti Utbe ile karşılaştım. Beni görünce:
- Duyduğuma göre babanın yanına gitmek için hazırlanıyormuşsun, doğru mu? diyerek ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Çok samimi görünüyordu. Yine de tedbirli davranarak:
- Bunu sana kim söyledi?
- Duydum işte!
- Yanlış duymuşsun, dedim. İstediği cevabı alamayınca, bu kez yumuşak bir ses tonuyla:
- Ey amcakızı! Bunu bana yapma! Yolculuk sırasında ihtiyacın olacak ya da babana götürmek istediğin bir şey varsa lütfen çekinmeden söyle. Onu temin etmek için elimden geleni yaparım. Sen de bilirsin ki hanımlar arasındaki dayanışma erkekler arasındaki gibi olmaz. Hem senin mutluluğunu en fazla amcakızın ister, dedi.
Nerdeyse hicret edeceğimi söyleyecek ondan yardım isteyecektim. Ancak bir kötülük yapmasından şüphelendiğim için söylemekten son anda vazgeçtim. Güvenemedim, söylemek istemedim.”
Hazırlıklarını tamamlayınca eşi, kardeşi Kinâne b. Rebî’den Hz. Zeyneb’i Medine’ye götürmesini istedi. Devenin üzerine bir hevdeç yapıldı. Annemiz bu hevdecin içine girdi.
Hz. Zeyneb ve kaynı henüz Mekke’den ayrılmadan içlerinde Habbâr b. Esved ve Nâfi b. Abdulkays’ın da aralarında bulunduğu bir grup süvari peşlerine düştü.
Grup Zî Tuva mevkiinde onlara ulaştı. Habbâr mızrağını Hz. Zeyneb’e doğru yönelterek var gücü ile attı. Mızrak devesine isabet etti. Deve yaralanıp sendeleyince Rasûlullah’ın narin gülü deveden aşağı düştü. O sırada hamile olan Annemiz, büyük bir sancı ile yerde kıvranmaya başladı.
Kâinatın Efendisinin kızı, yıllarca baba hasreti çekmiş, inancından dolayı evine hapsedilmişti. Sonra vatanını, ailesini terk etmek durumunda kalmıştı. Bu da yetmiyormuş gibi şimdi de onu yurdundan çıkaranların attığı ok yüzünden az kalsın canından oluyor, çocuğunu düşürüyordu.
Kanaması başlamıştı. O bir kenarda kıvrılıp acısı ile baş etmeye çalışırken müşriklerin yaptıklarına çok kızan Kinâne, sadağından (İçine ok konulan torba veya kutu biçiminde kılıf) bir ok çıkararak yayına yerleştirdi ve müşriklere doğru çevirdi. Sonra:
- Yaklaşmayın! Yaklaşanı öldürürüm! diyerek onları tehdit etti. Adamlar korkup geri çekildiler. O sırada Mekke’nin reisi Ebû Süfyân olay yerine geldi. Kinâne’ye seslenerek:
- Okunu üzerimize doğru çevirmeyi bırak da konuşalım, dedi. Ebû Süfyan’ın sözüne güvenen Kinâne okunu aşağı indirdi. Ebû Süfyân onlara yaklaşarak:
- Senin güpegündüz herkese meydan okurcasına onu Mekke’den çıkarmaya kalkışman doğru değildi. Sen Bedir’de bizim başımıza gelenleri bilmiyor musun? Adamlar sana izin verdiklerinde bütün Araplar, Mekkelilerin zayıf düştüğünü, her şeye sessiz kaldığını düşünürler. Yoksa kimsenin Zeyneb ile bir alıp veremediği yok. Onun Mekke’den ayrılması kimseyi rahatsız etmiyor. Onları rahatsız eden ayrılış şekli ve zamanı. Şimdi geri dön, etraf sakinleşsin, öfkeler yatışsın. Hanım kızımız da biraz dinlensin. Sonra bir gece onu alır, sessizce babasına götürürsün. Ömrüme yemin ederim ki onu babasının yanına gitmekten alıkoymak bize herhangi bir fayda vermez. Onu alıkoymakla intikamımızı almış olmayız, dedi.
Hz. Zeyneb’in yaralandığını gören Kinâne, Ebû Süfyân’ın sözlerini yerinde bularak ondan hiç kimsenin Hz. Zeyneb’e dokunmayacağına dair kesin söz aldı. Verilen sözle adamlar geri çekilince onu alıp Mekke’ye geri götürdü. Hz. Zeyneb çok kan kaybettiğinden iyice rahatsızlanmıştı. Uzun bir süre yatıp dinlenmeye ihtiyacı vardı.
Hz. Zeynep annemiz iman yolunda sınav üstüne sınavdan geçmiş, hasretin her türlüsünü çekmişti. İşte şimdide canından can koparak bedel ödüyordu. Allah Resûlü (s.a.s) kızının gelmesi gecikince Bedir Savaşı’ndan bir ay sonra evlatlığı Zeyd b. Hârise’yi yanına çağırarak:
- Mekke’ye git, Zeyneb’i alıp buraya getir. Şu yüzüğümü de yanına al, emrimle geldiğine ikna etmek için Zeyneb’e verirsin, buyurdu.
Zeyd b. Hârise’ye taktik veren Allah Resûlü (s.a.s):
- Yanına muhacirlerden iki kişi al, Yacec mevkiine gelince orada konakla! Oradan Zeyneb’e haber göndererek yanına gelmesini sağla! Gelince de alıp buraya getir, buyurdu.
Hazırlıklar yapıldı. Zeyd b. Hârise muhacirlerden iki kişiyi de yanına alarak yola çıktı. Mekke’ye yaklaştıklarında uygun bir yere gizlendiler. Çevreyi biraz araştırınca Hz. Zeyneb’in koyunlarını otlatan bir çobana rastladılar. Ona:
- Bu koyunlar kimin? diye sordular.
- Zeyneb binti Muhammed’in. Ona şöyle şöyle oldu, diye anlattı. Söylenenler sahabileri çok üzdü. Çobana:
- Biz sana bir şey versek onu kimseye söylemeden, gizlice hanımına götürür müsün, diye rica ettiler. Çoban:
- Elbette götürürüm, deyince Allah Resûlü’nün (s.a.s) yüzüğünü çobana vererek Hz. Zeyneb’e gönderdiler. Yüzüğü görünce hemen tanıdı. Çobana:
- Bunu sana kim verdi?
Çoban Zeyd b. Hâris’i tarif ederek:
- Şöyle şöyle bir adam verdi.
- Onlar şimdi neredeler?
- Yacec mevkiindeler.
Hz. Zeynep çobana kimseye bir şey söylememesini tembih ederek onu koyunların başına gönderdi. Kendisi de hicret için hazırlanmaya başladı.
Allah Resûlü (s.a.s) Zeyd b. Hârise’den kızı ile birlikte çocuklarını da getirmesini istemişti. O sırada oğlu Ali sütannede olduğu için Mekke’de kaldı. Hz. Zeyneb, çobandan yüzüğü alınca bir gece uygun bir vakitte kızı Ümâme’yi de yanına alarak deveye binip kaynı Kinâne ile birlikte sahabilerin bulunduğu yere gitti.
Annemizi karşılayan Zeyd b. Hârise onları Medine’ye götürdü. Böylece üzüntülü ve sancılı da olsa Hz. Zeyneb sonunda hicret edip canından çok sevdiği babasına kavuştu.
Daha sonra Allah Resûlü, Hz. Zeyneb’in oğlu Ali’yi sütannesinden aldırıp Medine’ye getirtti.
Hicret yurdunda neler yaşadı?
Hz. Zeyneb Medine’ye hicret edince çok mutlu oldu. Babası ve kardeşleri ile birlikte Rabbine özgürce kulluk etmenin hazzını doyasıya yaşadı. Yıllardır böyle güzel duygular yaşamamıştı. Buna rağmen huzursuzdu. Aklının bir köşesi, kalbinin bir tarafı Mekke’de kalmıştı.
Ne olurdu eşi de Müslüman olsaydı! Ama Allah’ın hidayete erdirmediği kişiyi kimse hidayete ulaştıramıyordu.
Hz. Zeyneb Medine’ye hicret edince Allah Resûlü (s.a.s) onu kendine yakın uygun bir eve yerleştirdi. Kızıyla yakından ilgilenerek ihtiyaçlarını giderdi, gönlünü hoş tutmaya çalıştı. Kızının çocukları ile de yakından ilgilenen Efendimiz, onlara da Hz. Hasan ve Hüseyin gibi müşfik bir dede edası ile ve şefkatle yaklaştı.
Katâde’den rivayet edilir:
“Bir gün ikindi namazını kılmak için Allah Resûlü’nü (s.a.s) bekliyorduk. Bilâl, Allah Resûlü’nü (s.a.s) namaz için çağırdı. Biraz sonra Zeynep Hanım’ın kızı Ümâme ile birlikte yanımıza geldi. Ümâme’yi omzuna almıştı. Allah Resûlü (s.a.s) namaza kalktığında Ümâme yanında bulunuyordu...”
Torunlarını çok seven Efendimiz, babalarından ayrı oldukları için onlara özel ilgi gösterir, sevindirmekten haz duyardı.
Hz. işe’den rivayet edilir:
“Habeş kralından Allah Resûlü’ne (s.a.s) çeşitli hediyeler gelmişti. Hediyelerin içinde üzerinde Habeş taşı olan altın bir yüzük vardı. Allah Resûlü (s.a.s) uzanıp yüzüğü aldı. Sonra Zeyneb’in kızı Ümâme’yi yanına çağırarak yüzüğü ona verdi ve:
- Ey kızım! Al bunu tak, buyurdu.”
Eşi nasıl Müslüman oldu?
Eşinden ayrı düşeli tam dört yıl geçmişti. Lakin eşinin gönül kapısı hâlâ hakikatlere kapalıydı. Hz. Zeyneb birçok güzel haslete sahip olan Ebû’l- s’ın niçin Müslüman olmadığını bir türlü anlayamıyordu. Herhâlde onu sarsarak hidayetine sebep olacak bir vesileye ihtiyacı vardı.
Bunun için Rabbine yönelerek kalbini Yaratanına açıtı. Eşini hidayete erdirmesi için günlerce yalvardı. Rabbi onun samimiyetle yapmış olduğu bu duayı kabul ederek Ebû’l- s’ı İslam’la şereflendirdi.
Kureyş kervanlarından birinin Şam’dan hareket ettiğini haber alan Allah Resûlü (s.a.s) kervanın Îs kasabasında konakladığını öğrenince Hz. Zeyd b. Hârise’yi yanına çağırarak 170 kişilik bir birlikle Îs’e gönderdi. Hızla yola çıkan sahabi askerleriyle kervanı yakalayarak baskın yaptılar. Adamları esir alarak Medine’ye geri döndüler. Hz. Zeyneb’in eşi Ebû’l- s da esirler arasındaydı. Ticaretle uğraştığından alış-veriş yapmak için kervana katılmıştı.
Ordu Medine’ye gelince Allah Resûlü (s.a.s), kervandan elde edilen ganimetleri mücahitler arasında paylaştırdı. Sabah namazı vakti, Müslümanlar namaza başladığı sırada durumu fırsat bilen Ebû’l- s, eşinin kapısını çalarak ondan kendisini himaye altına almasını istedi. Eşinin sesini duyan Hz. Zeyneb, dualarının kabul olduğunu hissedercesine hiç düşünmeden eşini himayesi altına aldı.
Gördüğü tablo karşısında şaşkına dönen Ebû’l- s, çok duygulanmıştı. Hemen orada Müslüman olmadı. Çünkü bundan önce yapması gerektiğine inandığı bir işi vardı. Sahabilerin geri verdiği malları alarak hiçbir şey söylemeden doğruca Mekke’ye gitti. Başından geçenleri Mekkelilere anlattıktan sonra, herkesin ticaret için kendisine verdiği malları sahiplerine teslim etti. Sonra yüksek sesle sordu:
- Ey Kureyşliler! Herhangi birinize unutup vermediğim bir şey kaldı mı?
- Hayır, hiçbir şey kalmadı. Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. Senden her zaman vefa ve iyilik gördük, dediler.
- Vallahi Müslüman olmaya karar verdiğim hâlde, bir süre Müslüman olmamı erteledim. Siz, mallarınızı gasp etmek için Müslüman olduğum zannına kapılmayasınız diye buraya kadar gelip mallarınızı dağıttıktan sonra Müslüman olmayı uygun gördüm. Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed de O’nun kulu ve elçisidir.
Müşriklerin şaşkın bakışları arasında son sözlerini söyleyen ve İslam’a girişini haykırarak Mekke’den ayrılıp hicret eden Ebû’l- s, büyük bir huzur içinde Medine’ye gitti. Eşinin Müslüman olacağını hisseden Hz. Zeynep ise onu ümitle bekliyordu. Ancak yine de endişelenmekten kendini alamadı. Uykuları kaçmıştı. Teheccüt namazı için uyandığında bir daha uyuyamıyor eşi için sürekli dua ediyordu.
Duaları kabul olmuş, kısa bir süre sonra eşi Medine’ye gelmişti. Artık eşi Müslüman’dı. Nerdeyse yirmi yıldır hasretle beklediği bir andı bu. Sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nikâhı yenilendikten sonra evine gelen eşine sarıldı. Hâlâ ağlıyordu. Ama bunlar mutluluk gözyaşlarıydı. Rabbine şükrederek uzun süre gözyaşı döktü.
Ebû’l- s Müslüman olup Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Zeyneb’in herkesten saklamaya çalıştığı ama gözlerinden okunduğu için bir türlü gizleyemediği hüznü, tamamen kayboldu. Solgun yüzü, yerini yüreğinin derinliklerinden gelen gülüşe ve neşeye bıraktı.
Büyük bir coşku içinde eşi ve çocukları ile ilgilenirken babasını, kız kardeşlerini ve çevresini ihmal etmek bir yana, onlarla daha da fazla ilgilenmeye başladı. Eşi bir taraftan evin geçimini sağlarken bir taraftan İslam’ı öğreniyor, bir taraftan da İslam davetinin hedefe ulaşması için kendine düşen görevleri en güzel şekilde yerine getiriyordu.
Hicret esnasında aldığı yara vefatına sebep oluyordu
Hicret ederken Habbâr’ın attığı okla deveden düşüp çocuğunu kaybeden Hz. Zeynep, o gün için kurtulmuştu ama çektiği bu acının etkisi yıllarca sürdü. Aldığı darbe yıllarca onu rahatsız etti. Onun ölüm sebebi olacak olan bu ağrılar, son günlerde iyice artmaya başlamıştı.
Ve Neticede Mekke’de hicret sırasında deveden düşürülmesinden kaynaklanan hastalığın tesirinin artması ile Rabb’ine kavuştu. Kızının vefatına Allah Resûlü (s.a.s) çok üzüldü. Cenazesi ile bizzat ilgilenerek başından bir an olsun ayrılmadı.
Hz. Zeyneb’i, Ümmü Atiyye ile birlikte Ümmü Eymen, Ümmü Seleme ve Sevde binti Zem’a annelerimiz yıkadılar.
Annemiz yıkanıp kefenlenince musallaya götürüldü. Allah Resûlü (s.a.s) kızının cenaze namazını kıldırdıktan sonra sahabi efendilerimizle birlikte tabutunu taşıyarak Bakî Kabristanına geldi. Mezarı kazılmıştı.
Çok kederli ve hüzünlü olan Allah Resûlü (s.a.s) gözyaşları içinde kızının kabrine indi. Mübarek elleri ile kabre koyduktan sonra üzerine toprak attı. Kabirden çıkınca kızı için dua ederek şöyle buyurdu:
“Zeyneb’i ve onun zayıf düşen vücudunu hatırladım. Allah’a dua ederek ondan kızımın üzüntüsünü gidermesini ve kabrini genişletmesini istedim. Allah duamı kabul buyurarak kabir hayatını ona kolaylaştırdı.”
Hz. Zeyneb, çileli hayatı bittiğinde otuz yaşındaydı. Geride günümüz muhacir hanımlarına örnek olacak eşsiz bir hayat bırakmıştı...