Yağmur damlalarının oluşması için havadaki su zerrelerinin muhtaç oldukları bir yoğunlaşma çekirdeği gerekmektedir. Onu bulunca hemen etrafını sarıp rahmet damlası haline gelirler. Bazan bu çekirdek Afrika’dan rüzgarların getirdiği ince kırmızı kum tanecikleri olur. Onların etrafına yoğunlaşan yağmur zerreleri kırmızı rahmet damlaları halinde yere inerler; Kırmızı tağmurlar yağmış olur…
Uhud Harbi’nde Peygamber Efendimiz’in (S.A.S.) Okçular tepesinden ayrılmamaları hakkında sıkı sıkı tembihlerine rağmen verilen emir unutulunca, Âl-i İmran Suresi’ndeki itaplar geldi. İlahî inayet geri çekilince bozgun meydana geldi. Ama Efendimiz (S.A.S.) herşeye rağmen ortalığın mahşer meydanına döndüğü o hengamede yerinden ayrılmamış dimdik durmuştu. Dik duranı Allah yalnız bırakmaz… O gün Hz. Ali, Zübeyir İbni Avvam, Talha İbn-i Ubeydullah, Ebu Dücane, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Asım İbn-i Sabit gibi sahabeler hemen bulundukları yerlerde koşup Efendimiz’in (S.A.S.) etrafını sımsıkı sarmışlardı. Yoğunlaşma çekirdeği diyebileceğimiz nüve kadro hazırdı. Gözünü budaktan sakınmayan bu mübarekler bütün saldırılara rağmen Allah tarafından korunmuş, hepsi de Uhud’dan sağ salim geri dönmüşlerdi.
O saldırılar karşısında hanım sahabelerden Nesibe Bintî Ka’b’ın da unutulmaması lazım. Bir hemşire gibi elindeki sargı bezleriyle Uhud’da yaralılara yardım için gelmiş olan Nesibe validemiz, Efendimiz’e yapılan hücumları görünce elindeki sargı bezlerini ve matarayı bir kenara atıp kaptığı kılıçla huzura koşuyor ve Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) yanına kadar gidiyordu.
Sonunda sahabe Efendilerimizin bir yumak gibi Efendimiz’in (S.A.S.) etrafını sarmalarından sonra tehlike atlatılıyor. Hatta düşmanın peşine düşülüyor ve müthiş bozgun Allah’ın izniyle tekrar zafere çevriliyordu. Huneyn günü de ilk başta bir bozgun yaşanmıştı. Bedir’de, Mekke fethinde büyük bir zafer yaşandığı için bazı toy delikanlıların içinde; “Bugün asla biz sayı azlığından dolayı mağlup olmayız düşüncesi hakim olmuştu. Halbuki, nice sayıca az topluluklar, kendilerinden kat kat fazla orduların üstesinden gelmişlerdi. Ama bunun en önemli dayanağı ihlas ve tamamen Allah’ın kudretine dayanma idi. “Kendi çokluklarına güvenme” meselesinde şeytan zihinleri kirletip, aldatıyordu.
İslam ordusu Huneyn Vadisi’ne inişin başladığı bir anda beklenmedik bir tuzakla karşı karşıya kaldılar. Düşman olan Hevazin yiğitçe vuruşmayı bırakıp her taraftan çekirge sürüsü gibi saldırmaya başlamıştı. Müslümanlar kılıçlarını daha kınından çıkarmadan, hücum etmiş ve cepheye gelirken yanlarında getirdikleri kadınları da develere bindirmişler ve onları arka saflarda savaş düzeninde tutmuşlar, ayrıca yanlarına aldıkları koyunlarla develeri de Müslümanların üzerine doğru salmışlardı.
Huneyn’de ürperten bir manzara vardı ve bu hengâmede önden giden süvari birlikleri sarsılmış ve çareyi geri çekilmekte bulmuşlardı. Ganimet düşüncesiyle katılan fırsatçılar zaten paniğe kapılmışlardı. Bu manzara diğerlerinin de moralini bozmuştu. Maalesef Müslümanlar adına Huneyn’de beklenmedik bir çözülme başlamıştı. Bu durum belli ki âyetin anlattığı, şeytanın ayak kaydırmasıyla, sayılarına güvenmenin neticesiydi. Bu sırada sağ taraftan bir ses yükseliyordu: “Ey insanlar! Bana doğru gelin! Bana doğru gelin! Ben Allah’ın kulu ve Peygamberiyim bunda yalan yok! Ben, Abdülmuttalib’in oğlu Muhammed’im!”
Etrafında yüz kadar ashabının kaldığı Huneyn’de, yeniden maya tutacak bir tavır idi bu. Aynı zamanda beyaz katırının üzerinde düşmanın üzerine doğru hamle yaparak sahabe efendilerimize de yol gösteriyordu. Efendimiz’in (S.A.S.) bineğinin dizginlerini Hz. Abbas (r.a.) tutuyordu. Diğer yanında da Efendimiz’den (S.A.S.) ayrılmamaya yemin etmiş olan amca oğlu Ebu Süfyan İbn-i Hâris bulunuyordu ve kan ter içindeydi. İşte bu esnada ellerini kaldıran Resulullah (S.A.S.) şöyle dua ediyordu:
“Allah’ım! Nusretinle yetişip Sen’in bana vaad ettiklerin hatırına muzafferiyet ihsan eyle!
Allah’ım! Onlar karşısında bize mağlubiyet yaşatma!
Allah’ım! Şayet aksi olursa bundan sonra yeryüzünde Sana ibadet eden kalmayacak!
Allah’ım! Hamd sadece Sana’dır. Sıkıntı veren haller Sana arzedilir ve yardım da sadece Sen’den dilenilir!”
Bu sırada Hz. Cebrail Aleyhisselam’ın inşirah veren sesi duyuluyordu: “Önünde deniz ve arkasında da Firavun olduğu gün, deniz yarılıp da dalgalarından kurtulduğunda Allah’ın Hz. Musa’ya öğrettiği kelimeler ile O’na dua ettin!” diyor… İşte bu yoğunlaşma çekirdeği diyebileceğimiz etrafında toplanan Ashab-ı Kirâm Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle zafere yürüdüler. Düşmanları da muzmahil oldu…
Bu olaylara siyer felsefesi ile bakıp şu zor zamanlarda neler yapmamız gerektiğinin ders ve ibretini almalıyız… Yanımızda İlahî inayet olduktan sonra, hangi düşmanın hangi tuzağı bu Hizmeti bitirebilir. Kıyamete ayarlı olan bu iman ve Kur’an Hizmeti’nin önü artık çok açık görünüyor. İnşaallah daha da parlayacak!..