Muhteren M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Sızıntı dergisinin Şubat 1991 sayısının baş yazısında YENİ İNSAN’ı anlatıyor:
“Tarihî devr-i daimlerle Hakk inayetinin tecellilerine açık yeni bir çağın sath-ı mâline girmiş bulunuyoruz.” diyor. Bu çağ, HAKK İNAYETİNİN TECELLİLERİNE AÇIK olacak…
Biz hârika halleri altıya ayırıyoruz. a)Peygamberlerin peygamber olmadan önce mazhar oldukları harikalar ki, bunlara İrhâsat; b)Peygamberlerin peygamberliklerini isbat için mazhar oldukları hârikalar ki, bunlara Mucize; c)Evliyaların mazhar oldukları harikalar ki, bunlara Keramet; d)Müminlerin mazhar oldukları İlahî inayetler ki, bunlara Maûnet; e)Deccal ve benzerlerinin, imtihan için verilen fakat onların kendi nefislerine isnad ettikleri harikalar ki, bunlara İstidraç; f)Peygamberlik iddia eden sahtekârları rezil etmek için ortaya konulan harikalar ki, bunlara da İhanet diyoruz…
Âhir zamanda iman-Kur’an, hizmeti verecek cemaate Cenab-ı Hakkın üç çeşit inayeti olacaktır: a)Önceden hizmet zeminini hazırlayıp hizmet edecekleri sevk etmek, b)Hizmetin engellerini bertaraf etmek, c)Hizmette gevşeklik gösterenleri şefkat tokatları ile ikaz etmek…
Demek ki, bu çağ, Hakkın inayetinin tecellilerine açık olacak… Gerçekten binlerce misalleriyle bu gerçek ortadadır.
Hocaefendi bu çağ için şu tesbitte bulunuyor: “Dört bir yanda tüllenen emârelerin de teyidiyle, 21. Asır bir İNANÇ ve İNANMIŞLARIN ASRI ve bizim için bir RÖNESANS ÇAĞI olacaktır.
Rönesansımızı gerçekleştirecek insanlar hakkında da Hocaefendi şöyle diyor: “Evet, muhâkemesizlerin, akılsızların ve fantaziler arkasında yüzer-gezer yığınların içinden, çağın düşünen, muhakeme eden, akıl kadar tecrübeye, tecrübe kadar akla ve her ikisi kadar da ilhama ve vicdana inanan, güvenen yepyeni bir insan doğacaktır… herşeyiyle mükemmelin peşinde, heptenci, dünya ve ukbâ muvazenesiyle kanatlı, kalb ve kafa izdivacına muvaffak olmuş yepyeni bir insan…”
Bu yazısında 26-27 sene önce Hocaefendi, ağır bir süreç yaşanacağına da işaret edip, alarm verircesine bir ikazda da bulunuyor: “Elbetteki bu yeni insanın doğumu çok kolay ve rahat olmayacaktır. Her doğum gibi onun da sancısı, sarsıntısı, sıkıntısı olacaktır.” diyor.
Geliş müjdesini de şöyle ifade ediyor: “Ama mevsimi gelince, bu mübarek velâdet (doğum) mutlaka gerçekleşecek ve bu ay yüzlü nesil Hızır gibi birden bire aramızda belirecektir. Sıkışmış ve üst üste binmiş bulutlar arasından rahmetin süzülüp geldiği, arzın derinliklerinden suların fışkırıp yeryüzüne çıktığı, karın-buzun çözüldüğü yerlerde kar çiçeklerinin her yanı sardığı ve şebnemlerin sıçrayıp yapraklara taht kurduğu gibi, bu YENİ İNSAN da belki bugün-belki de yarın, ama mutlaka gelecektir.”
Kasas Suresi, 7. Âyetten 39. Âyete kadar Musa Aleyhisselamın hayat serüvenini anlatmaktadır. Kehf Suresinde de 60. Âyetten 82. Âyetin sonuna kadar da Hz. Musa Aleyhisselam ile Hz. Hızır arasında geçenler anlatılmaktadır. Aslında bu iki surede, Hz. Musa Aleyhisselama maddi-mânevî, iki ayrı boyutta yaptırılan seyahatler anlatılmaktadır. Onun çocukluğu ve gençliği Mısır’da sarayda geçmiştir. Yüksek bir hayat standardı vardı. Oradan ayrılıp, yakalanma korkusu içinde çölleri aşmış ve Medyen’e ulaşmıştır. Orada bu saray delikanlısı bir işçi olarak çalışmak zorunda kalmıştır. Yani hayatın her çeşit zorluklarıyla boğuşa boğuşa eğitilmiştir. Ama yaşayan insanların her sınıfı ile buluşmuş, tanışmış ve hayatın gerçeklerini her seviyede görmüştür. Hızır Aleyhisselam ile gerçekleşen seyahatinde ise, mânevî bir seyahat yaptırılarak, olayların arkasında yatan gerçekler gösterilmiş, meselelerin ledûniyatı sezdirilmiştir. Bu iki çeşit seyahat ile, kendisine ilim ve hüküm verilen Musa Aleyhisselam, çok zeki ve ona göre de problemleri olan bir kavme peygamber gönderilmiştir. Evet o ağır yük ve misyonu yüklenirken mutlaka bu müthiş eğitimi alması gerekiyordu… Dünya çapında verilecek hizmetlerin erleri de böyle ağır imtihan ve eğitimlerden hiç beklenmedik süreçlerden geçmek zorundadır.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu YENİ İNSAN yazısında da içinde bulunduğumuz çağda hizmet verecek bu yeni insan için şunları söylemektedir: “Yeni insan, her türlü hâricî tesirlerden sıyrılabilmiş ve kendi kendine ayakta durmaya kararlı bir şahsiyet insanıdır. Doğu-batı, ayağına pranga vurup onu esir edemeyeceği gibi, mânâ köküne ters ‘izim’ lerde, ona yol-yön değiştirtemeyecek ve hatta yerinden kıpırdatamayacaktır. Evet onun, düşüncesi hür, iradesi hür, tasavvurları hür ve hürriyeti de Allah’a kulluğu ölçüsündedir. Başkalarına benzemeye, başkalarına özenmeye değil, kendi kendine benzemeye ve tarihi dinamiklerle bezenmeye çalışacaktır.
“Yeni insan düşünen, araştıran, inanan, ruhaniyata açık ve ruhânî zevklerle dopdolu bir insandır. O kendi dünyasını kurma yolunda, âzamî derecede çağının imkânlarından yararlanmanın yanında, kendi millî ve mânevî değerlerine de sahip çıkarak çok farklı bir performans ortaya koyacaktır.”
Çünkü, gerek bizim dünyamızın insanları gerek diğer dünyaların insanları, 18. Asırda özlerinden uzaklaştılar. 19. Asırda değişik fantezilere kapılıp, tairhî dinamikleriyle zıtlaştılar. 20. Asırda da asıllarından yabancılaşıp pek çoğu inkârın kucağına düştüler. Böyle sıkıntılı bir dünyada yeni insan hem kendi dünyasını hem de bütün insanlığı düşünmek zorundadır. Yapacağı hizmetler, bütün insanlığı içine alacak, herkesi kucaklayacak şekilde olmalıdır. Bunun için bu yükleri kaldıracak ihlasa, samimiyete ve bilgiye sahip olması gerektiği gibi, Hz. Musa Aleyhisselamın geçirdiği eğitimin benzerini almak ve gerekli tecrübeleri de yaşamak zorundadır. Biz yaşadığımız süreci ele alırken bütün bunları da düşünmek zorundayız…
Hocaefendinin bu yazıdaki tesbitleri üzerinde, gelecek günlerde de inşaallah durmaya çalışacağız.