Bizler, Üstad Hazretleri gibi bir dâhi-i âzamı tanımakla –ki, bizim gibilerin tanımasından ne çıkar, ama – hayran oluyoruz, Kur’an-ı Kerim’den ruhuna, kalbine doğan hakikatları okumakla kendimizden geçiyoruz. Halbuki Bediüzzaman Hazretleri o feyizleri, o nurları üveysî Üstadı Hz. Ali Efendimiz yoluyla alıyor… Çünkü kendisine 1900’ün başında “Kur’an’ın mucizelik yönlerini beyan et!” diye emir vererek yönlendiren Hz. Ali’dir (R.A.)… Hz Ali de herşeyi Muhammed Aleyhisselamdam almaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) ise “Ben ilmin şehriyim. Ali de kapısıdır.” buyuruyor… Acaba Hz. Ali’yi ve hele hele Hz. Muhammed Aleyhisselamı derinlikleri ve enginlikleriyle az-çok tanıyabilseydik, nasıl bir hayret ve hayranlık duyar ve ruhânî lezzetlere gark olurduk!..
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Lem’a’lar Kitabının Onüçüncü Lem’asının Dokuzuncu İşaretinde ve Sözler Kitabının Yirmi Dokuzuncu Söz’ün Remizli Nüktesinde anlattıklarına bir göz atalım: “Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmış, kök atmış. Hayır-şer, güzel-çirkin, fayda-zarar, kemâl-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalâlet, nur-nar, iman-küfür, tâat-isyan, korku-muhabbet gibi eserleriyle, meyveleriyle şu kâinatta zıtlar birbiriyle çarpışıyor, daima değişik değişik, başka başka hallere mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsûlâtının tezgahı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek; bir merkezde toplanıp birbirinden ayrılacak. O vakit, Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.” Bu hususta Lemaat Risalesinde şöyle deniliyor: “Ey kalbi uyanık kardeş! Zıtları bir araya getirmektedir, iktidar tecellisi… Lezzet içinde acıyı, hayrın içinde şerri bir araya getirmenin; güzelliğin içine çirkinliği, faydanın içine zararı, nimetin içine nikmeti, nurun içine nârı koymanın bilir misin nedir sırrı? Nisbî hakikatların oluşması, birşeyde çok şeyin olacaktır. Âhirette bu nisbî hakikatlar, hakiki hakikat olması içindir. Hararetteki mertebelerin sebebi onun içine soğukluğun girmesi, güzellikteki derecelerin sebebi de, çirkinliğin müdahalesidir. Ziya zulmete borçlu, lezzet de eleme… Sıhhat, hastalıksız olmaz. Cennet olmazsa, belki Cehennem yakmaz.”
Yirmi Dördüncü ve Otuz Birinci Sözlerde izah ediliği, Cenab-ı Hakkın İsimleri sonsuz. Her ismin yetmiş bin derecesi var. İsimler girift şekilde birbiri içinde tecelli ediyor. Meselâ, Muhyi ismi tecelli edince, semi, basîr, Rezzak, hakim, musavvir, mücemmil gibi isimler de tecelli eder. Buna göre sonsuz ihtimaller ortaya çıkar, onun için de hiçbir canlı tıpa tıp öbürüne benzemez. Hatta hiçbir insanın parmak çizgisi öbür insanınkine, hiçbir ağacın yaprağı başka ağaca, hatta aynı ağacın yaprakları bile tam olarak öbür yaprağa benzemez. Bir benzetme yapacak olursak, aklımıza hemen araba plakaları gelir. Hepsi de birbirinden farklıdır. Halbuki, sonsuz rakamlar, sonsuz harfler, sonsuz renkte plakalar yok. Topu topu on rakam, otuz harf ve altı yedi tane farklı renkte plaka var. İsimler sonsuz, herbirinde yetmiş bin derece ve mertebe ve girift tecelliler olunca işte böyle durumlar ortaya çıkıyor.
On Üçüncü Lem’adaki soruların cevabına bu açıdan bakınca, çok hârika izahlar görüyoruz. Bir zerreden güneşe kadar dizilmiş mertebeler, makamlar… Cemâlî ve Celâlî tecellilerle Cennet ve Cehennemde tabakalar… Bunun için şeytanların ve şerlerin yaratılış sırrı… Varlığın yokluktan üstün oluşu… Büyük günah işlese bile bir müminin kâfir sayılmamasının hikmeti… İnsanı günaha sevk eden sebepler… Vesvesenin üstesinden gelmenin yolları… Şerri yaratmanın şer olmayıp, şerri işlemenin şer olması… Peygamber Efendimizin (S.A.S.) ve Kur’an-ı Kerim’in câzibedar güzelliklerine rağmen Medine münafıklarının dalâlet ve inkârda ısrarlarının sırrı… Efendimizin (S.A.S.) niçin her hâli hârika ve mucize değildir? Şeytanın, kendisine tâbî olanlara, kendisini inkâr ettirmesi… Kainatı öfkelendirip hiddetlendiren günahlar… Sınırlı dünya hayatında sınırlı günahlara rağmen niçin âhirette sonsuz Cehennem azabı veriliyor? Ve bunlar gibi meraklı soruların tatmin edici cevapları bu Risalede. Yani On Üçüncü Lem’a’da… Hazmede hazmede derinliklerine dalmamız, karşılıklı müzakere etmemiz gerekiyor.
Abdullah Aymaz