Celalettin Harzemşah, meşhur Cengiz Han’ın ordusunu bile birkaç defa mağlup etmesine rağmen bir sefere çıkarken çevresindekilerin “Sen yine muzaffer olacaksın” gibi temennilerine, biz, “Allah’ın emriyle sefere çıkıyoruz ama muzafferiyet veya mağlubiyet Cenab-ı Hakk’ın takdirine bağlı; vazifemiz zafer değil seferdir.” mealinde karşılık vermiştir. İşin gerçeği ve mümincesi budur; mühim olan, biz vazifemizi tam yaptık mı? Yapmadık mı? Bilemeyiz, mağlubiyetin bile ilahi hikmet açısından bir payı olabilir.
Üstat Hazretleri’ne “Ordunun başında Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem var, askeri de sahabe; buna rağmen, Uhud Savaşı’nın nihayetinde ve Huneyn Savaşı’nın bidâyetinde bir mağlubiyet görünüyor; bunun hikmeti ne ola ki?” mealinde bir soru soruluyor. Üstadımız, çok hikmetlerinden bir hikmetinin de düşman tarafında bulunan bazı kimselerin ileride yapacakları büyük hizmetler olabileceğini nazara veriyor. Yani, bunlar, bir harp dâhisi Halit bin Velid ve bir siyaset dâhisi Amr ibni Ass gibi kimselerdi. Öbür taraftan, bu geleceğin sahabeleri, izzet ve onur sahibi kimselerdi. Hep mağlup tarafta olsalar, sonrasında düşünüp, araştırarak İslamiyet’in hak olduğunu akılları ve kalpleri kabul etse bile “Acaba bize bu kimseler kılıç korkusundan mı Müslüman oldular?” derler mi diye bir endişe taşıyabilirlerdi. Sırf bunun için Müslüman olmalarına nefisleri engel olabilirdi; ama bir korku ve endişeden dolayı değil de sırf vicdanları hak ve hakikati kabul, tasdik ve iz’an ettiklerinden dolayı gelip Müslüman oldular ve nefis ve şeytan da artık karşılarında duramadı.
Cenab-ı Hak, Zülcelal vel ikramdır. Önce Celal tecellisi, sonra gelsin ikramlar… Duha Suresi’nde “Velel ahireti hayrulleke minel ula” yani işin sonu senin için işin önünden daha hayırlıdır, buyuruluyor. Aynı şekilde, Peygamberimiz, iki buçuk-üç senelik boykot işkencesiyle beraber, bir de Hazreti Hatice Validemiz’in ve Ebu Talib’in vefatlarıyla iyice ağırlaşan hüzün senesinin nihayetinde hiçbir peygamberin ulaşamadığı bir paye olan miraçla şereflendiriliyor.
Yine, O Sallahu Aleyhi ve Sellem, Hendek Savaşı’nda, dıştan ve hatta içten ihanetlerle sarsıldığında, sürpriz bir rüzgârla üzüntüler ve sıkıntıları zafere dönüşüyor; arkadan gelsin Hudeybiye ve Mekke fetihleri…
Hizmette de benzer olaylar 1971’de, 1980 de, 1997’de ve 1999’da yaşanmış; ama bu sıkıntıların ardından büyük gelişmelere şahit olunmuştur. Biz 16 Temmuz 2016’da sabahleyin büyük bir endişe ile “Acaba şimdi bu kumpastan ve iftiralar dolu büyük iğrenç oyundan sonra ne durumdadır?” diye Hocaefendi’nin yanına girdiğimizde hayret etmiştik.
Bizim bu şaşkınlığımız üzerine “Bakın bu sol koluma! Ben birkaç gün önce abdest alırken kayıp düşmüş; baş parmağımın çarptığı demir eğilmiş, onun için kan oturmuştu. Başım betona gelmesin diye altına kolumu koymuştum; o da çarpmadan dolayı davul gibi şişmişti. Ağrıdan, acıdan duramıyordum. Şimdi, Cenab-ı Hak bir sekine indirdi, çok rahatım; bütün bu sıkıntılarıma rağmen Cenab-ı Hak, ağrı ve acıları sürpriz şekilde alıp götürdü. Şimdi, bizlere ve hizmete büyük bir darbe vurmak için inanılmaz zülüm ve kadrler planlanıyor ama ümit ediyorum ki inşallah Cenab-ı Hak, sürpriz bir şekilde bunları da alıp götürecek, demişti.
Bir şairin dediği gibi “Bizim, yenilgi yenilgi zaferlerimiz vardır!” Şüphemiz yok elhamdülillah! Son dört senedir her sene birbirinden güzel gelişmelere şahit oluyoruz. Biz Allah’tan başka kimseden bir şey beklemiyoruz; ama esbap dünyasında yaşıyoruz; sebepleri yaratan Allah, onlara riayet etmek de Allah’a saygının ifadesi…
Türkiye’deki mağdur ve mazlumların kurtuluşuna bir vesile olur ümidiyle, vatandaşlık görevimizi yerine getirerek oy kullanmak zorundayız. Asla siyasete angaje olmayacağız ama bu oy kullanılmayacağız manasına da gelmiyor. Herkes oyunu kullanmalı. Diğer taraftan, büyük beklentilere girmeye de gerek yok. Biz, Cenab-ı Hakk’ın sürpriz bir şekilde zulme son vereceğini biliyoruz. Bir hadis-i şerifte, “İmtihan dünyası olduğu için, iman eden de olacak inkâr eden de. Yani, inkâr, küfür devam edecek ama zülüm devam etmeyecek” buyuruluyor. Biz maddi manevi dualar ile hikmeti ilahiyenin tayin ettiği üzere vakti geldiğinde zulmün biteceğine iman ediyoruz; Allah’ın vaadine itimat etmek zorundayız. Biz her zaman güzel işlerimize odaklanmalıyız…