27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra bir nevi duraklamaya giren hizmetin mensuplarını harekete geçirmek ve moral vermek için Üstadımızın değerli talebelerinden Mustafa Sungur Ağabeyimizin yaptığı uzun seyahatlerin bir kısmını bir önceki yazımda anlatmıştım. Bu yazımda da bu önemli mesele üzerinde duralım:
Sungur Ağabey ve beraberindekiler Denizli’de polis baskını görüp Sulh Ceza Mahkemesinden tutuklanmadan kurtulduktan sonra tekrar marşlar okuyarak yollarına devam ederler.
Bu yolculukları yine Mustafa Sungur Ağabeyimizin ifadelerinden takip etmeye çalışalım:
“Denizli’den Buldan kazasına uğradık. Buldan’dan Nazilliye, Hacı Mustafa Beye misafir olduk. Rahmetli Muzaffer Arslan’la çok gezdiğimiz için bize daima Hacı Mustafa ‘Yol paralarınız benden’ diye taahhütte bulunurdu. Oradan Aydın’a geçtik. Tire ile Ödemiş arasında bir köyde imamlık yapan babama uğradık, onu da ziyaret ettik.
“Ödemiş’ten Ayrancılara geçtik. Musa (Yukarı) isimli bir kardeşi ziyaret edecektik. Kendisini beklerken Ağabeyi geldi, ‘Yahu burada birisi var, arabanın plakasını aldı. Şimdi Emniyete bildirecek!’ dedi. Ayrancıların çıkışında bir kilometre ileride Karakol vardı. Akşam vakti, biz Karakola yaklaşınca baktık üç dört tane jandarma, ışıkları yakmış bizi bekliyor. Yolumuzu kestiler, indirip arama yaptılar. Bir uzatmalı Çavuş vardı, saatlerce bizi uğraştırdı. Neyse sabaha kadar orada kaldık. Sabah İzmir’den Av. Ömer Lütfi Bozcalı’nın geldiğini haber verdiler. Bizi Torbalı’ya sevk ettiler. Orada ifade verdik, muhakeme olduk. Yine tutuksuz gayr-i mevkuf olarak mahkememiz ileriki bir tarihe atıldı.
“Ardımızda mahkemeler bırakarak şevkle yolumuza devam ediyoruz. İzmir’e oradan da Balıkesir’e geçtik. Ben orada kaldım, arkadaşlar Çanakkale’ye Mehmet Kayaları ziyarete gittiler.
“Dönüp Bursa’ya uğradık. Bursa’dan İstanbul’a geldik. Fırıncı’yı da yanımıza alarak Trakya’yı gezdik. Trakya’dan Çanakkale’ye geçtik. Sonradan Edremit’e geldik. Fırıncı’yı burada bırakıp İzmir’e geçtik. Çünkü iki gün sonra Denizli’de mahkememiz olacaktı. Bu vakte kadar SEYAHATİMİZİN süresi 50 günü doldurmuştu. Denizli’de duruşmaya katıldık. Ardından Konya’ya geçtik. Oradan Karabük’e geçtik. Eflaniye uğrayıp Kastamonu’ya vardık. Mehmed Feyzi Efendiyi ziyaret ettik. ‘Yahu ne bu cesaret! Bu hengamede, şimdi böyle gezilir mi, biraz ara verin!’ dedi. Artık biz de seyahati sonlandırmak istiyorduk.
“Fakat o sırada Yusuf bir rüya gördü. Üstad elinde bir kalem, önünde Türkiye haritası, kalemin ucundan alev çıkıyor. Üstad kalemi şehirlerin üzerine gezdirerek ta Rize’ye kadar işaretliyor. Biz bunu duyunca tekrar şevke gelip yola koyulduk. O rüya bize yeniden hayat verdi.
“Samsun’a gitmek üzere yola koyulduk. Samsun’da bir gece kaldık. Sonra Bafra’ya gittik. Bir gece de orada kaldık. Bir bahar günü Rize’ye gitmek üzere Bafra’dan yola çıktık.
“Çünkü Üstad haritayı çizmiş, daha kimseyi dinler miyiz?.. Rıdvan, Yusuf, ben, bir de Bafralı Muammer Ağabey…. Yine marşlarla yolumuza devam ettik. Bir gün Trabzon’da Müslim Selçuk’un yanında kaldık. Sonra Rize’ye geçtik. Rize’de Hanoğlu’nun köyüne gittik, kendisini bulduk. Oradan Pazar’a vardık. Pazar’da o zaman çok Nurcu vardı. Polisler hemen ablukaya aldılar bizi. Sorgu sualden sonra, ‘Buradan gidin, başımıza belâ olmayın!’ deyip bizi gönderdiler. Tabiri câiz ise, bizi Karadeniz’den kovdular. Bu defa Hanoğlu’nu da yanımıza alıp tekrar Trabzon’a geçtik. Bir gece daha kaldıktan sonra ver elini Erzurum. Hanoğlu yolda, ‘Sen İnşaallah Nur’un fedaisi olursu.’ dedim. O da ‘Ben postnişin olmak istiyorum’ dedi. Hakikaten iki sene sonra Van’da rastladım, tam bir postnişin olmuştu.
“Erzurum’da bizi Mehmet Kırkıncı Hoca misafir etti. Oradan onu da yanımıza alıp Tercan’a geldik. Tercan’da Ümit vardı. Ümid’in evinde kaldık. Kırkıncı Hoca oradan ayrıldı. O Erzurum’a biz Erzincan’a hareket ettik. Erzincan’dan Sivas, Kayseri, Nevşehir’e uğradık. Ben Nevşehir’den otobüsle Ankara’ya geldim. Hacı Yusuf’la Rıdvan Jiple beraber Diyarbakır’a döneceklerdi. Fakat onlar da gitmemişler, ertesi gün onlar da geldiler. Zübeyir Ağabey o zaman Ankara’daydı. Bizi görünce, ‘Kardeşim, Nurculuk Sungur’unki gibi olur. En tehlikeli zamanda Anadolu’yu gezerek beş yüz kişiyle ders yapıyor. Maşallah!’ diye bizi tebrik ve teyit etti. Yola çıkalı tam yetmiş günü bulmuştu.”
Görüldüğü gibi Sungur Ağabey, en kritik ve tehlikeli bir zamanda, 27 Mayıs 1960 İhtilalinden hemen ardından, Türkiye’yi bir baştan öbür başa iki üç defa dolaşır. Kırılan ve bozulan moralleri yeniden düzeltir. Hizmet-i imaniyede şevk ve gayret ateşini tutuşturur. Seyahatin ardından, ‘YİRMİNCİ ASRIN KUR’AN AŞIKLARINA MEKTUP’ başlığı altında bir lâhika yazıp, bütün Anadolu’ya gönderir. Seyahatin şevk ve gayret verici tesirini bu mektupta da takviye eder. Bu, o gün kamuoyundaki pek çok sorulara cevap teşkil eden uzun ve tarihi bir mektuptu…
Mustafa Sungur Ağabeyimizin bu gayret ve faaliyeti bizlere her zaman örnektir. Bu süreçte morallerin yüksek tutulması için bilhassa göz önünde bulundurulması gereken en güzel misallerden birisidir.
Abdullah Aymaz