Gönenli Mehmed Efendi Sultan Ahmed Câmiine imam olunca câmi çevresindeki evlerde yaşayan fakir-fukara, garip-gureba insanları tesbit edip yardım etmek için cemaatten bir grupla ziyaretlere başlıyorlar. Sonra bir âmânın kapısına geliyorlar. mâ onları “Buyur” ediyor. Gönenli niçin geldiklerini anlatıp ‘Size yardım etmek, iâşe v.s. ihtiyaçlarınızı temin etmek istiyoruz.’ dedi. mâ “A kafası kırılasıca, kolu kopasıca, ayağı yarılasıca hoca! Sen nasıl imamsın? Allah hiç yarattığı kulunu sana muhtaç eder mi?” diye öfkeyle çıkıştı…
Gönenli, o âmânın sıradan birisi olmadığını farketti. Öbür gün tek başına gidip âmâ’nın kapısını çaldı. mâ “Kim o?” diye sordu. Gönenli Mehmet Efendi de: “Dünkü, ‘Başı kırılasıca, kolu kopasıca, ayağı yarılasıca hoca geldi… Girmeye, yanına gelmeye izin var mı?” diye sordu. mâ, “Gir… Gel yanıma” diyor. İmamı yanına oturtuyor. “Bak… Ben yatsı namazını kıldıktan sonra hemen yatarım. Sonra Teheccüd namazı için kalkarım… Teheccüdü kıldıktan sonra beklerim. Sabah ezanları okununca namazımı kılarım. Güneş doğup kerahat vaktinin bitmesini de beklerim sonra işrak namazını kılar ve istirahata çekilirim. O arada benim namaz seccademin sağ tarafına benim o günkü istihkakım konulur. Ben onunla ihtiyaçlarımı temin ederim. Ama bu gün bana denildi ki, ‘Seccadenin sol tarafına da dün gelen Hoca için de bir istihkak bıraktık, gelince kendisine verirsiniz’ dediler. İşte sen de bunu al!” dedi.
Daha sonra Gönenlinin anlattığı bu hususu M. Fethullah Gülen Hocaefendiye anlattım. Hocaefendi; “Demek ki, o âmâ Allah’a ihlasla ve tam bir itikatla Allah’a teslim olup kâmil ve mükemmel bir tevekkül içindeymiş!” dedi.
* * *
Hocaefendi “Kalbin Zümrüt Tepelerinde bu hususlar için diyor ki: “Allah’a güven ve itimad ile başlayıp kalben beşerî güç ve kuvvetten teberrî kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdanen tam bir itimada ulaşma ile sona eren âlem-i emre ait ahvâl veya rûhânî seyrin başlangıcına TEVEKKÜL, iki adım ötesine TESLİM, bir tur ilerisine TEVFIZ ve müntehasına da SİKA denir.
“Tevekkül, sebepler dairesinde arızasız esbaba riayet edip, sonra da Kudreti Sonsuz’un üzerimizdeki tasarrufuna intizardır ki, iki adım ötesi, çok Hak dostu tarafından ‘gassâlin elinde meyyit’ sözüyle ifadelendirilen teslim mertebesidir. Birkaç kadem ötede ise, her şeyi bütün bütün Allah’a havale edip, yine herşeyi O’ndan bekleme makamı sayılan tefviz gelir. Tevekkül, bir başlangıç, teslim onun neticesi, tefviz de semeresidir.
“Bir başka zaviyeden tevekkül hemen herkes için Hakk’a itimad ve güvenmenin adı; teslim, kalbî ve rûhî hayata uyanmışların hâlî, tefviz ise, esbâb ve tedbire takılmamanın ünvânıdır ki, haslar üstü haslara mahsus bir hâl veya makamdır. Tefviz semasında seyahat eden hak yolcusu, zâhiren tedbir ve sebeplerle meşgul olsa da, bu iştigal sırf esbab dairesinde bulunmanın gereği ve onun da Hak karşısındaki memuriyetinden ötürüdür. Aksine, öyle yapmayıp da onları doğrudan doğruya nazara alsa, semaların üveyki iken arzın sürüm sürüm sürünen haşereleri hâline gelir. (…)
“Sebepler dağdağasından sıyrılıp, vasıtalara gönlünde yer vermeme mânâsına gelen ‘Tedbiri Terk Eylemek’ halkın içinde HAK ile münasebetlerini sımsıkı tutabilen Koçyiğitlere mahsus bir derinliktir.
“Sebeplere tevessül ile beraber onlara tesir-i hakiki vermeme, derecesine göre her bir tevekkül –herkes için – hem bir teslimiyet -eşyanın arkasına uyanlar için – hem de bir tefviz ve sikadır – huzur evleri için-.. Allah Resulü (S.A.S.) irade ve cehd üs gayreti, tefviz’u tevekkül ile iç içe hoş ifade buyururlar: “Eğer Cenab-ı Hakk’a lâyıkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizi, sabah yuvasından aç ayrılıp, akşam tok olarak dönen kuşların beslendiği gibi rızıklandırırdı.’ (Tirmizi, Zühd)
Tefviz ile ilgili sözlerin en güzellerinden birini de İbrahim Hakkı söyler: “Hak şerleri hayreyler / Sen sanma ki gayreyler / Arif onu söyler / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.
“Sen Hakk’a tevekkül ol, / Tefviz et ve rahat bul, / Sabreyle ve râzı ol / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”
(Marifetnâme, Tefviznâme)