Soru: Tabiatın yaratıcılığını iddia edenlere, buraya kadar yaptığınız açıklamalar yönünden neler söylemek istersiniz?
Cevap: Eğer tabiattan, kainatın kendisi kast ediliyorsa kendi kendine oluş bölümünde incelediğimiz gibi, kainatın kendi kendini meydana getirmesi mümkün değildir. Eğer tabiattan kanunlar kasdediliyorsa şuurlu bir kanun koyucu ve şuurlu bir tatbikçi olmadan bu mümkün değildir. Hakimsiz kanunlar yürütülemez. Eğer tabiattan, kainatın her parçasında görülen plan kasdediliyorsa, o da tatbik ister. Bir binanın planını çizip temeline koysak hiçbir şey meydana gelmez. Zaten Cenab-ı Hakkın kainatta icra buyurduğu düzgün işlerden, düzgün ve ahenkli hareketlerden O’ nun koyduğu kanunların farkına varılmıştır. Yani kanunlar, kainattaki hayret verici düzgün ve güzel faaliyetlerin ifadesidir.
Soru:Kanunların neticelerinin düşündürücülüğü normalde insanı nereye götürmelidir?
Cevap: Kanunların neticelerine dikkat edecek olursak, merhametli şefkatli ve hikmetli bir güzellikle bizi yüzyüze getirmektedir. Yani kanunlar gelişi güzel konulmamıştır. Mesela madenler belli bir ısının üstüne çıktıkları zaman genleşirler. Onun için trenlerin raylarında ve telefonun tellerinde yaz aylarında uzama, kış aylarında da kısalma vardır. Halbuki bu prensib su meselesine gelince değişmiştir. Çünkü suda ısı sıfırın altına düşüp donma olayı gerçekleştiği zaman genleşme olur. Peki neden böyle olur? Eğer su da madenlerin bağlı olduğu kanuna bağlı olsaydı, o zaman tam tersine kış soğuğunda su donup küçülecekti. Fakat hacimin küçülmesi suyun özgül ağırlığının artmasına vesile olacağı için sudan ağır olan buzlar bu sefer dibe çökeceklerdi. Bu çöküşler neticesinde deniz ve göllerde canlıların yaşaması imkansız hale gelecekti. Yazları diplerdeki buzlar kolay kolay çözülemeyeceğinden dolayı da şu anda istifade ettiğimiz pek çok nimetten mahrum kalacaktık. Halbuki tam tersine kışın sular donunca, madenlerin aksine genleşiyor. Özgül ağırlığı hafif olan buzlar da suların üzerinde kaldığından hiçbir problem olmadan buzlar altında canlılar da yaşama imkanı bulabiliyor. Aynı şekilde madenlerin mesela demirin sıcakta genleşmesinden istifade ile insanlar, o sert demirden tel, zırh, kılıç, araba, tren, uçak vs. yapabiliyorlar.
Aslında daha da derine inecek olursak, ilk defa hidrejen ve oksijen atomları yaratılırken ta baştan, bunların bileşip su maddesini meydana getirecekleri sonsuz ilim sahibi Yaratan tarafından biliniyordu. Ayrıca suyun içinde canlıların yaratılacağı da biliniyordu. Onların hayatını tehdit edecek herşey de biliniyordu. Onun için konulacak kanunlar baştan bilinerek, maddelerin ilk var edilişleri sırasında her yönüyle bilinip konulmuştur.
Su ile ilgili olarak Prof. Dr. Frank Allen şöyle demektedir: “Su, okyanuslarda, göllerde, nehirlerde hayatın korunmasını sağlayan çok önemli dört hassaya sahiptir. Hele kışları dondurucu ve uzun süre soğuk olarak geçen mıntıkalarda suyun bu özelliğinin çok ayrı bir yeri vardır. Su, ısı derecesi düşük olduğu zaman büyük bir miktarda oksijen emer. + 4 dereceye vardığında su, en son yoğunluğuna erişir. Bilindiği gibi buz sudan daha az yoğundur. Nitekim göllerde ve nehirlerde, buz parçaları suyun üst kısmında yüzerler. İşte bu özellikle, soğuk mıntıkalarda su altında yaşayan varlıklara hayatını koruma imkanı sağlar. Su donunca, ısısının büyük miktarını salıverir ki, bu da suda yaşayan canlıların hayatını korumasına yardım eden en büyük faktördür.”
Kimya profesörü Dr. Thomas Davids Parks ise şöyle demektedir: “Çevrenizdeki dünyaya bakınız. Yığınlarca alışılan ve bilinen hadiseler aslında ne büyük gerçekler ihtiva etmektedir. Mesela suyu ele alalım. Suyun normal sıcaklık derecesi altında akıcı bir halde bulunması, insanı durup düşünmeye sevketmesi gereken bir husustur. Bilindiği, gibi suyun son derece önemli pek çok özellikleri vardır. İnsan onlara göz attığı zaman hepsinin ince bir plan ve ölçü ihtiva ettiğini görür. Şöyle ki, yeryüzünün dörtte üçünü su kaplar. Böylece su, atmosfer ve ısı derecesi üzerinde son derece tesirli olur. Eğer suyun kimyevi özelliklerinden bir kısmı bulunmayacak olursa, yeryüzünün yüzey kesiminde öyle ısı değişiklikleri görülür ki, felaketlere sebep olabilir. Suyun yüksek bir ergime derecesi vardır. Uzun süre akışkan olarak kalabilir. Son derece yüksek basınç gücüne sahipdir. Bu özellikleri dolayısıyla yeryüzünün atmosferinde ısının belli bir ölçüde sabit kalmasını ve şiddetli değişikliklerden korunmasını temin eder. Şayet bu özellikleri olmasaydı yeryüzünün büyük bir ihtimalle hayata elverişli olma durumu ortadan kalkar ve insanların yeryüzündeki faaliyetleri büyük derecede sekteye uğrardı.”
Soru:Bütün kanunlarda bu hikmetleri görebilir miyiz?
Cevap: Elbette... Mesela yerçekimi kanunu olmasaydı biz yeryüzünde nasıl yaşardık? Fakat tam tersine kanunlar da olabiliyor. Eğer neşv-ü nema (büyüyüp gelişme) kanunları çekirdek ve tohumlarda olmasaydı, yer çekimine göre ruşeym ve fidanların yukarıya doğru değil arzın merkezi olan aşağıya doğru gitmeleri gerekirdi. Bu ise yeryüzünün bitkilerden mahrumiyeti demek olurdu. Halbuki yerçekimine zıt biçimde neş-ü nema kanunu hükmünü icra etmektedir. Bu durum ise bütün canlıların faydasınadır.
Mesela kılcallık olayında da yine sıvıların müsait ortamlarda kolayca yayılması, yüksek ağaçların en üst noktalara kadar suyun ve diğer gıdaların ulaşması gibi hikmetler vardır. Niye “kalıncallık” değilde “kılcallık” olduğunu düşünüp ibret almak gerekir.
Soru: Karşı taraf: “Civciv ilk günlerini sert yumurta kabuğunun içinde geçirir. Büyüyünce kabuk kırılır ve dışarıya çıkar. Müminler civcivi kabuğundan çıkaranın Allah olduğuna inanırlar. Fakat modern ilim açısından, bugün mikroskopla baktığımızda 21. gün civcivin gagasında küçük bir sertlik meydana geldiğini görüyoruz. Civciv boynuz şeklindeki bu küçük sert kıkırdağı kabuğu kırmada kullanıyor ve böylece dışarı çıkıyor. Birkaç gün sonra da sert tabaka kendiliğinden kayboluyor.” diyorlar. Bunlara ne cevap verilebilir?
Cevap: Modern ilim, hadiseleri bir bir anlatıyor ama onun ötesindeki gerçekleri izah edemiyor. İlim ancak “Bu nedir?” sorusuna cevap verebilir. Ama “Niçin?” sorusuna cevap bulamaz. Mesela burada “Civcivi yumurtadan çıkaran Allah’ tır” şeklindeki gerçeğe getirdikleri izah ile çürüttüklerini zannediyorlar. Çünkü “21 günlük bir kanunun bu işi başardığını gözlerimizle gördük.” diyorlar. Şu bir gerçektir ki, yeni müşahadeler bize hadiseler dizisinin bir yeni halkasından başka bir şey getirmiyor. Hakiki sebebini izah edemiyor. Fakat günümüzde durum tamamen değişmiştir. Sorular, yumurtanın kırılışından değil, civcivin gagasında peydahlanan sert tabakadan ileri geliyor. Bu boynuz şeklindeki sertliğin çıkış sebebini araştırdığımız zaman, harika sebep gözlerimizin önünde aydınlanacaktır. Çünkü civciv yumurtadan çıkabilmek için bu sert tabakaya muhtaçtır. Bu ihtiyacı kim bilmiştir? Elementler mi? Yumurta mı? Civciv mi? Yoksa merhametli Yaradan mı? Şu halde biz son durumu (yani mikroskopta müşahade ettiğimiz hali) ancak geniş çapta realitenin gözlenmesi diye kabul edebiliriz. Yoksa realitenin açıklanması veya izahı olarak değil... (Vahiddün Han / İlmin Işığında İslam)
Abdullah Aymaz