Birinci Cihan Harbi’nden sonra 1919’da yazdığı Lemaat Risalesi’nde Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Beşerde şu zelzele: İslâm’daki sarsıntıyı ve zillete tenezzülü giderecek ona istiklâl ve istikrar verecektir. Belki garbı (batıyı) gârib, şarkı şârık edecek (parlatacak).
“Bir vakit biri dedi: ‘İnkârcıların medeniyeti, İslam’a belâ oldu. Şimdi sosyalist çıktı. Dünyayı karıştırdı, müfritleri dehşetli! Ben de dedim ki: ‘Hiç korkma! Avam medeniyeti, sosyalist gayesidir. Düsturları bozmuyor, İslâmî esasatı… Düşünsün Avrupalı!”
“Fakat havassa (üst tabakaya, zenginlere) mahsus sefih medeniyet, bozmaya çalışır. İslam’a pek pahalı düştü hem de belâlı… Büyük rüşveti aldı. Zira ki, maddiyyunluk, hem engizisyonluk mayasıyla yoğrulmuş, şu hazır medeniyet ki, câzibeli ve cerbezeki… Aldatıcı, teşvikçi vâsıtalarla donatılmış, hevâ ve hevesle câzibedar. O sihirbaz, fettan; din, namus, fazilet ve yüce hissiyatın bedeline kendini İslâmlara satıyor. Şâşaalı bir hayat gösterip takdim eder… Dinden hem namustan hem de bir iki katlı fazla rüşvet alıyor.
“Fakat sosyalistlikse, basit ve hem de sade bir hayatı gösterir, cumhura takdim eder. Onun da mukabili, kimseyi, dinden, namustan, büyük bir hisse vermeye, hem de fedâ etmeye mecbur tutamaz. Kimse de kendini ona karşı borçlu hissetmez. Nasıl her bir insanda, gıdaya ihtiyaç var; onun gibi zevke de bir ihtiyacı vardır. Nefis ve hevâ yolunda, süflî ve zelil zevk tatmin olmazsa, ruh ve hidayet yönünde zevkini arayacak. Mesela burada iki adam var. Onlar seni davet ediyorlar. Birincisi, pek şâşaalı, hem de câzibeli, eğlenceli, hevâ ve hevesi tahrik eden bir ziyafete teşriflerle çağırıyor. Öbürü ise, sâde, fâkirane bir yerd ehem basit bir çorbaya seni umumla beraber çağırır. Namaz vakti de gelmiş… O pek şâşaalı birinci davet için cemaat ve sünneti belki de hem namazı, terk edersin gidersin. Zevksiz diğer davete, ruhânî zevk olan bitmeyen lezzet ibadet ve sünneti terketmezsin…
“Birinci ziyafet, şimdiki medeniyet. İkincisi ise, avamî medeniyet… O daha adâletli… Hâlis adâlete gelince, o İslâmiyet’ten çıkar, ruha hayat veriyor. Hayatını öldürmez. Zulmetsizdir hayatı, hakikattır kemâli. İslâm bir ibret aldı; eskiden, gaflet edip küsmüştü. Hıristiyanlık dini ise, kendisine galip gelen bu medeniyet ve fenni, kendisine dost ve mâl ederek, o iki silah ile bizlere galebe çaldı.
“Şimdi şarkta bir müdhiş silah î’mâl ediliyor, ikmâl edilmesi de yakındır. Bunun büyük bir kısmı hem haktır, hem malınız. Biz sahip olmalıyız. Zira hak kısmı hakkımızdır. Çürük, bozuk kısmını bırakmalıyız. Eğer bundan müstağni kalsak, eskisi gibi küssek, onu Hıristiyanlar kendilerine dost ederek, aleyhimize, İslam’ın zararına kullanacaklar. Bizim karşısında düşmanca durmamız ve dayanmamız pek güç olur. O yeni bir fikir olarak, hem helâl hem faydalı. Bütün insanlara yönelik. Muhatabı avam halk… Cumhur-u avama yöneltilmiş bir fikir, eğer kudsiyet almazsa, yakın olur zevâli. Çabuk söner ve ölür. O yeni düsturlara bir kudsiyet verecek, iki muazzam din var. (…) Şu şarkî keskin fikir, gözünü açınca, başında duran hasmı, Hıristiyanlığı bulmuş. (…) Elbette o fikir, o meslek devamlı yaşamak ister. Çoğunluk halkta yerleşmek kabul edilmek ister. Avam halkın kalbinde yer ederek kudsiyet kazanmak ister. Ona kudsiyet verecek ictimaî din ister. Avamı düşünen, ihsan ve merhamet sahibi bir şeriat ister. Demek ister istemez İslamiyet’e teslim olacak. Yoksa ölecek. Bunu bilmeli…”
Müslüman bir diplomata, Çinli bir diplomata arkadaşı, “Çin kaç senede Müslüman olur sence?” diye soruyor. O da, “Elli yüz veya iki yüz senede olabilir.” diyor. Çinli: “Hayır on senede bile olabilir. Ama siz bana İslâmiyet’i güzelliğiyle yaşayan bir toplum gösteriniz. Örnek toplumumuz yok. Mao’nun kırmızı kitabına bir bakın, İslamiyet’teki sade hayatın ölçü ve prensiplerini göreceksiniz. On sene yeter ama İslâmî toplum örneği nerede?!.” diyor…