Şevk atına binerek...

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

20 Eki 2024 22:41

  •          Münazarat Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri ‘Atâlet, betâlet ve gerilik zindanına düşmemizin sebebi’ sorulunca, sekiz düşmandan ve sekiz engel ve bariyerden şöyle bahsediyor: “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise bineğidir.

             Cenab-ı Hak insana beş maddî ve zahirî ve beş tane de bâtınî ve mânevî duygu ihsan etmiştir. Mânevî duygular ise, şâika, sâika, hiss-i kable’l-vuku,  rüya-i sâdıka ve keşf-i sahihtir. Şâika, şevk duygusudur. Bu duygu belirgin şekilde arılarda da görülmektedir. Devamlı şevk içinde olanlar, kendinden motorlular ve peşlerinden vagonları sürükleyen lokomotifler gibidir.

             M. Fethullah Gülen Hocaefendi de “Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken” başlıklı yazısında, Yeryüzü Mirasçıları’nın sekiz vasfını anlatırken, Birinci vasıf olarak, kâmil imandan söz ederek: “Kur’an: insanın yaratılış gayesine marifet ufku, muhabbet ruhu AŞK u ŞEVK buudu ve ruhânî hazlar televvünleriyle İman-ı billah olarak tesbit eder.”  diyor.

             Yeryüzü mirasçının ikinci vasfı olarak da: “Yeniden dirilişin en önemli iksiri sayılan AŞK’tır.” diyor.

             Üstad Hazretleri sekiz engelden birincisi için: “İşte, himmetiniz ŞEVK’e binip hayat mübârezası ve mücadelesi meydanına çıktığı vakit, en evvel DÜŞMAN-I  ŞEDİD  olan YEİS  rast gelir. Kuvve-i mâneviyesini  kırar. Siz o düşmana karşı ‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”  (Zümer  Suresi, 39/53) kılıcını kullanınız.

             Efendimiz (S.A.S.)  “Kıyamet kopuyor bile olsa elinizde bir fidan varsa onu dikiniz” buyurduğu halde, maalesef sömürgecilerin Müslümanları uyutmak ve ümitsizliğe sevk etmek için zerk ettikleri yeis, ellerini kollarını, kırmış, tutmaz hale getirmiş çok büyük moral bozukluğuna uğratmıştır.  “Gelen mahşer, gün günden beter” veya “Yevmü’l-ebter” diyenler âdeta dünya işlerinden ellerini çekmişler ve kıyameti beklemeye başlamışlardır.

             Merhum Abdülvâhid Tabakçı Ağabeyimiz anlatmıştı. “Bizim Karaçaylıların bazıları 1905’te mallarını mülklerini ucuz-pahalı demeden satmışlar ve kiraladıkları üç Rus gemisi ile  “Şam’a gidelim Şam’a…”  diyerek yolculuğa çıkmışlar. İstanbul’a yaklaşınca Sarayburnu’ndan dürbünle seyrederken bunları fark eden Sultan Abdülhamid, istihbarattan bunların mâhiyetini öğrenince “Bunlar Kafkaslardan, serin yerlerden geliyorlar. Şam bölgesi sıcaktır. Zorluk çekerler, eğer isterlerse, Yalova’dan, Ankara’nın, Konya’nın ve Eskişehir’in yaylalarından onlara araziler verelim, buralarda kalsınlar. İsteyenler gidebilirler.”  demiş. Bir kısmı kalmış bir kısmı gitmiştir.

             1905’ten 6 sene sonra ilk baskısı yapılan Münazarat Risalesinde Üstad Hazretleri var gücüyle ye’si öldürüp ümitleri diriltmeye gayret göstermiştir. 1905’ten bu seneye (2024) 119 sene geçiş, hâlâ kıyamet kopmamıştır.

             Sömürgecilerin bu narkoz ve takozlarından en başta Bediüzzaman Hazretleri, sonra da M. Fethullah Gülen Hocaefendi fikrî ve aksiyon gayretleriyle bu Hizmet vasıtasıyla insanımızı uyarmaya çalışmışlardır.

    Böylece bu ümitsizlik kültürünün yıkıldığına şahit oldum

    Ürdün’ün başşehri Amman’da organize edilen bir sempozyumda Arap dünyasından bir bilim adamı sunduğu tebliğde  “Bir Kültür  Olarak İslam  Dünyasında  Ümitsizlik”  başlığı altında, artık  bir kültür haline getirilen yeisten bahsettikten sonra  “Ama ben Türkiye’ye gittim. Hizmet’i, okulları, hastaneleri, yardım kuruluşları, gazete ve televizyon kanalları ile faaliyet halinde çok canlı gördüm. Böylece bu ümitsizlik kültürünün yıkıldığına şahit oldum!”  diyerek sevincini belirtmiştir.

             Üstad Hazretleri Münazarat Risalesinin bir bölümünde geleceğe şöyle sesleniyor: “Ey, üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve susarak Nur’un sözünü dinleyen ve gaybî gizli bir nazarla bizi temâşâ eden Said’ler, Hamzalar, Ömer’ler, Osmanlar, Tâhirler, Yusuf’lar, Ahmedler ve sâireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız ‘Sadakte (doğru söylüyorsun)’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım acele ettim, kışta geldim; sizler Cennet’e benzer bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nur Tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki, Mâzi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini Medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor (Medresesinin) toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan ‘Henîen leküm (Ne mutlu size!) sadasını işiteceksiniz.  “Ve lev mineşşâhidi alâ tayfî’s-sayf  (Hatta misafirlerimizin  gölgeleri bile mezar taşımızdan  bu sadayı işitecektir.)

             “Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvurları kendileri gibi hakikatsız ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu Kitabın (ileride yazılacak  Risale-i Nur Külliyatının)  hakikatlerini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu Kitabın meseleleri hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.

             “Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira on üçüncü asrın minaresinin başında durmuşum, sureten medenî ve dinde lâkayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları câmiye davet ediyorum.

             “İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik (hareketli yürüyen mezar)  bedbahtlar!  Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz, tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kainat üzerinde dalgalandıracak olan NESL-İ  CEDİD  gelsin!” 
    20 Eki 2024 22:41
    YAZARIN SON YAZILARI