Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Muhsin Alev Konevî, Üstad’dan naklen diyor ki: “31 Mart’ta Üstad’ın babası Sofi Mirza Efendi, ta Nurs’tan gelip Üstad’ı hapishanede ziyaret etmiş. Üstad’ın da Sofi Mirza’nın da ikinci ayak parmakları bitişikmiş… Sofi Mirza, Hz. Hasan torunlarından Hasenî yani sulh taraftarı… Anne Nuriye ise Hüseynî olduğundan mücadeleci… Hz. Hasan, hilafeti bırakıp savaştan vazgeçti, sulhu temin etti. Ama Hz. Hüseyin mücadeleci… Üstad’a Sofi Mirza, ‘Sen annene çekmişsin!..’ demiş…”
Evet Hz. Hüseyin Zilhicce'nin dokuzunda Arafat’ta Vakfeyi bırakıp Kerbela’ya gitti ve şehit oldu. Haccı korumak için bunu yapmayı kendini mecbur bildi… Âl-i Beyt’ten hasta bir çocuktan başka orada bulunan bütün erkekleri şehit ettiler!.. Bu feci cinayet işte daha o güzel asırda oluyor!..
* * *
Cemaleddin Bey anlatıyor: “Nijerya’da, öğrenciler okulda izinsiz kutlama yapmışlar diye ceza verildi. Cezayı veren biz değiliz; okuldaki hepsi Nijeryalı olan disiplin kurulu… O günlerde de bizim bir arsa problemimiz var. Bakan hükmünde şehrin bir valisi var. Onun oğlu da ceza almış. Tam bu hengâmede bizi vali arıyor… Hepimiz tutuştuk. Müdürümüz telaş içinde!.. Vali Beye “Efendim!..” Ülkenin kurallarına göre verilmiş bir ceza, babalar hesaba katılmaz… diye dil dökmeye başlayınca, Vali, “Telaş etmeyin. Bu zamana kadar benim sebebimle hiçbir okul benim çocuklarıma ceza vermedi. Ama görüyorum ki, dürüst ve âdilsiniz… Arsa probleminiz varmış, onu ben çözeceğim…’ dedi.”
* * *
İnsanların kafalarındaki takıntıları çözmek gerekir. Yoksa Galata Köprüsünde denize beş kuruş düşürüp senelerce kafasına takan adam gibi olur. Halbuki bir dalgıç bunu beş liraya çözmüştür. Denize dalmış cebinden çıkardığı beş kuruşu denizde ıslatıp vermiş. İş bitmiş. Adam rahatlamış.
Adamın birisi de bir psikoloğa gitmiş: “Yatağa yatınca, hep içine bir şüphe geliyor. Sanki yatağımın, altında birisi var zannediyorum. Kafama takıyorum… Uykularım kaçıyor.” demiş ve ilk terapide psikolog yüksek bir ücret almış. Ayrıca “Daha 15 terapi var. Hepsine geleceksin” demiş. Adam “Ben 15 terapinin tedavi parasını nereden bulabilirim diye düşünmeye başlamış. Bir kahveye gitmiş ama hâlâ derin derin düşünüyormuş. Bir çay söylemiş… Çayı getiren kahveci çırağı bunun halini görünce “Abi öyle ne düşünüyorsun?.. Karadeniz'de gemilerin mi battı?” diye sormuş. O da “Sorma başımda böyle bir dert var. Yatağın üstünde olsam altında biri mi var; altına yatsam bu sefer üstünde biri mi var diye düşünüyorum. Psikolog dünyanın parasını istiyor. Ne yapacağımı şaşırdım” demiş. Çırak “Abi ya şu düşündüğün şeye bak!.. Takma kafana… Hemen git… Karyolanın ayaklarını kes… O zaman zaten yerle bir olunca adam falan alta giremez. Git üstüne yat… Keyfine bak!.” demiş. İyi fikir diye düşünen adam çırağın dediğini yapmış rahatlamış. Günler sonra psikologla karşılaşmış. “Niye gelmiyorsun?” diye sorunca, “Senin 15 terapide yapacağını kahveci çırağı bir dakikada çözdü, bitirdi” demiş…
* * *
Mehmet Ali Hocamız anlatmıştı: “1974 Haccında Hocaefendi ile beraberdik. Arafat’ta sarığını sardı bizden sabahtan ayrıldı gitti. Hemen peşine takıldım ama bir müddet sonra kaybettim. Tâ ikindi vakti karşılaştık. Bana dedi ki: ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar.’ sözü ne kadar doğruymuş! Sizden kaçıp tek başıma bir ibadet ve duada bulunayım, dedim ama, kafilesini kaybetmiş yaşlı birisine çattım. Zavallı çok korkuyordu. Peşini bırakamadım… Suyumu ve bisküvilerimi ona verdim. Kafilesini buluncaya kadar uğraştım. Buldum ama benim de ibadet ve duaya çok az vaktim kaldı. Arzuma da muvaffak olamadım.”
* * *
Hatice hanım anlatıyor: “Kırgızistan’da okullarımızın bir kapanış programında Cengiz AYTMATOV, Türkiye’den gelen sponsorların önünde bir konuşma yaparak şöyle dedi:
“Sizler paralarını çok kazançlı işlere yatırabilirdiniz ama geldiniz bizim ülkemizde EĞİTİME yatırdınız… Hem de hiçbir karşılık beklemeden… Onun için ben sizin önünüzde saygı ile eğiliyorum.”
“Hem de dakikalarca rukü halinde durdu. Bizler de onu ağlaya ağlaya alkışladık.”
* * *
Herkül Milas, bir ara Cidde’de bulunuyor. Bir gün arabasını trafik polisi durduruyor. Arapça birşeyler soruyor. O ise, Osmanlıca bilgisiyle: “Ben, ecnebi, lâzım müsâmaha!..” diyerek derdini anlatıyor. Polis gülüyor ve onu bırakıyor.
* * *
Mevlana Celaleddin Hazretleri anlatıyor. Gece arslan ahıra girmiş öküzü yemiş ve orada dinlenmeye başlamış. Sonra karanlıkta ahıra giren öküzün sahibi birşeyden haberi olmadığı için öküz diye arslanı okşayıp gidiyor. Arslan içinden ‘Eğer adam benim arslan olduğumu görüp bilseydi ödü patlardı.” diyor.
“İnsanlar gelişi güzel ‘ALLAH’ diyorlar. Eğer hakikatıyla söyleseler, o mübarek isim, dağları yerinden oynatır, insanın ciğerlerini söker.”
* * *
Efendimizi (S.A.S.) öldürmek için gelen suikastçı, silahın çekip “Şimdi seni beni elimden kim kurtaracak?” diyor. Efendimiz (S.A.S.) “Allah!..” diyor. Herifin elinden silah düşüyor ve titremeye başlıyor.
Canbazın biri ipte oynarken dengesi bozuluyor. İpten aşağı düşerken çaresizlik ve korku içinde öyle bir “Allah!..” diye bağırıyor ki, ortalık lerzeye geliyor. Bu sefer şişman birisinin üstüne düşüyor ve ölümden kurtuluyor. Demek biz böyle bir “Allah!..” diyebilsek. Bu ihlaslı, ızrdırarî söyleyiş bizim bütün problemlerimizi çözecek…
* * *
Muhterem Hocaefendi: “Mücerredi sevme duygusunu yitirdik. Allah sevgisi de artık şeklî… Allah anılınca niye gözler dolmuyor? Biz o güzel duyguyu yitirmişiz. Donanımsız kalmışız. Alvar İmamı, ‘Ben muhibb-i lâ yezâlim.’ derdi. Efe Hazretleri ‘Allah!..’ deyince çevresindekilerin gözleri dolar, kendilerinden geçerlerdi. Maalesef, Allah aşkına, Allah muhabbetine yabanileşmişiz. Nazarî Müslüman kalmışız.”
Kırk Ambardan boşalanlar böyle… Biraz gelişi güzel oluyor ama artık aktarılanların insicamsızlık ve düzensizliklerinden çok içlerindeki mesajlara dikkat edelim.