Muhyiddin İbn-i Arabî, her bir velinin bir nebinin vârisi, olduğunu, onun için evliyadan kimisinin Îsevî, kimisinin Musevî ve kimisinin de İbrahîmî tavırlarının olduğunu zaten kendisinin de başlangıçta Îsevî olarak zühd ile işin içine girerek en sonunda Muhammedî verasete ulaştığını söylüyor. “Veli, hangi nebinin vârisi olursa olsun, asıl kaynak itibariyle daima doğrudan veya dolayısı ile Muhammed Aleyhisselam'ın vârisidir. Birbirini takip eden peygamberler zinciri boyunca her bir peygambere hâkim olan vasıflar ancak Muhammedî Hakikatın o peygamber üzerindeki kısmî tecellisi olmuş ve sonunda Muhammed Aleyhisselam'ın şahsında, Muhammedî Hakikatın kâmil zuhuru ortaya çıkarak daha önceki peygamberlerin nüvvab olarak temsil ettiği her şey kemâle erdirilmiştir.” diyor.
İbn-i Arabî, Fusûsu’l-Hikem (Hikmetlerin Yüzük kaşları) kitabında 27 Peygamberin herbirisini değerli birer yüzük taşı ve cevheri olarak ele alıyor. 27’si olarak Peygamber Efendimizi (S.A.S.) anlatıyor… On Birinci Fass (kaş) ise Salih Aleyhisselam… Bu bölümün başlığı “11 Fass Hikmetü Futûhıyyetin fî kelimeti Sâlihıyyetin” Yani “Salih Kelimesinde Fuhûhiyye (Fâtihlik) Hikmeti” “Girişte şöyle bir şiiri var İbn-i Arabînin: “Âyetlerdendir mucizelerdendir binicilerin âyetleri… Mezhep ve mesleklerde buna sebep farklılıklardır… Binicilerden bazıları âyet ve mucizelerin hakkını verir… Bazısı da çölleri aşıp geçerler… Mucizelerin hakkını verenler onlar ehl-i ayndır / görenlerdir… Ama çölleri aşıp geçerek ötelere gidenler ise uzaktakilerdir. (Sonra geleceklerdir)… Bunların ikisine de Hak’tan gelir, gaybın fütuhatı, hem de her yönden…”
Salih Aleyhisselam'ın, isyan eden kavminin üç gün sonra başına gelecek azaptan haber verdi. Cenab-ı Hak o âsî kavmi bir ÇIĞLIK azabı ile helâk etti de diyarlarında diz üstü çöke kaldılar. Üç günün birincisinde kavmin yüzleri sararmıştır. İkinci gün olunca yüzleri kızarmıştır. Üçüncü gün ise yüzleri kapkara kesilmiştir.
İbn-i Arabî bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Asîlerin, şakilerin yüzlerinin sararması, saidlerin, yani saadete ulaşacakların yüzlerinin aydınlanmasının karşılığıdır. Çünkü Cenab-ı Hak ‘O gün, yüzler vardır, apaydınlıktır.’ (80/38) buyurmaktadır. Âyette geçen isfirar, ortaya çıkmak, görünmek, zuhur etmek demektir. Sonra ikinci şakilerin yüzlerinin kızarması, âyette geçen saidlerin hakkındaki “dâhike” (gülenler)in karşılığıdır. Çünkü gülme, gülümse (gül gibi açılma) yüzlerin, yanakların, (gül gibi) kırmızılaşmasının sebeplerindendir. Üçüncü gün şakilerin derilerinin simsiyah kesilip bozulmasının karşılığı, saidler hakkında âyette geçen “müstebşira” (müjde almış yüzlerin sevinçli güzel görünüşleri) dir. Çünkü o vaziyet, saadete ulaşanların ciltlerinde müjde tesiriyle oluşan sürur ve sevinçten meydana gelir. Nitekim eşkıyaların kötü akıbetlerinden dolayı da derileri simsiyah kesilir. Mutluluk içinde olan saidler hakkında: “Rab’leri onları kendi katından bir rahmet ve hoşnutluk ile müjdeler…” ver… (9/21) Bedbaht olan şakiler hakkında da “Onları acı bir azap ile müjde ver. (3/21) buyuruluyor. (Dikkat edilir ise, her iki taraf için de “müjde” kelimesi kullanılıyor. Ama birileri Cennet ile öbürleri de Cehennem ile müjdeleniyor.)
“Her grubun derisinde içlerinde meydana gelen bu sözün izi görünür. Şu halde, onların dışlarında içlerinde yerleşmiş olan anlayışın hükmü ortaya çıkmıştır.”
Elmalılı Tefsirinde şöyle deniliyor: “Salih Aleyhisselam ‘Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte o söz, yalanlanamayan bir tehdit idi’ diye tehdit etti.” (Hûd Suresi, 11/65) Rivayet edildiğine göre Sâlih Aleyhisselam onlara: “Yarın YÜZLERİNİZ SARARACAK, yarından sonra KIZARACAK, üçüncü gün KARARACAK sonra da sabahleyin başınıza azab gelecek” dedi. Derken bu alâmetleri görmeye başladıklarında Salih Aleyhisselam'ı da tutup öldürmek istediler. O da Allah’ın emri ile beraberindeki müminlere Filistin’e gidip kurtuldular. Dördüncü gün (ki, Pazar günü idi) o bölgeye azap geldiğinde, gözleri baka baka, titreye titreye bir anda helâk oldular. (…) Yani evlerinin önünde titreşerek bakışıp dururlarken yıldırım çatlar gibi gökten şiddetli bir gürültü koptu, yerden de bir zelzele… Ağılcıların topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.” (7. Cilt, Kamer Suresi)
Arkadaşımız Hasan Toprak diyor ki: “Zafer ümidi ile müminlere saldıran müşriklerin yenilgiye uğrayışını anlatan bir âyet-i kerimenin meâli şöyledir: “İşte durum bu (Allah müminleri güzel bir şekilde dener.) Bir de Allah kâfirlerin tuzağını zayıf düşürendir.” (Enfal Suresi, 8/18) Âyet-i kerimenin ebcedi (şeddesiz) 1440 olup milâdi 2018/2019 tarihine karşılık gelmektedir. Bu tevafuklar, zamane firavunlarının bu tarihlerde iman hizmetleri ve hâdimlerini yok etmek için kurdukları tuzakların Allah’ın inayetiyle boşa çıktığına bir işaret olabilir. Doğrusunu ancak Allah bilir.”
Bu tesbitleri dikkatle inceleriz inşaallah…