Yusuf Suresinin bir özelliği de içinde rüyaların bulunmasıdır. Zaten girişte Hz. Yusuf’un çocukken gördüğü rüya ile başlıyor. Hapishânede iki mahpusun gördüğü rüyalar ve melikin gördüğü rüya… Bunlar sadık rüyalar olduğu için hepsi de tahakkuk ediyor. En başta Hz. Yusuf önünde secde eden on bir yıldızın kardeşleri olduğu; güneş ve ayın da babası ve üvey annesi olduğu anlaşılıyor. Çünkü kıssanın nihayetinde bunların hepsi Hz. Yusuf huzurunda eğiliyorlar.
Mahpuslardan birisi Yusuf Aleyhisselam'ın tabiri üzere idam ediliyor, öbürü de eski vazifesine dönüyor. Melik’in rüyası da yedi sene bolluk ve yedi sene kıtlık yıllarıyla aynen tabire uygun şekilde gerçekleşiyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Mektubat’ta rüyalar hakkında diyor ki: “Dördüncüsü: Rüya üç nevidir. İkisi Kur’an tabiriyle, ‘adğûsü ahlâmin’ (demet demet hayallerden meydana gelen karışık, karmaşık anlaşılmaz rüyâlar) der dâhildir.
“(Yusuf Suresinde buyuruluyor ki: Günün birinde hükümdar gördüğü bir rüyayı anlatıp dedi ki:
-Ben yedi besili-semiz inek gördüm, bunları yedi zayıf-arık inek yiyordu. Bir de yeşil başak ile yedi kuru başak gördüm. Ey rüya tabiri yapanlar-kâhinler, bu benim rüyamı da yorumlayıp halledin. 12/ 43)
“O tabirciler / kâhinler, ‘Bu gördüğünüz şeyler adğûsü ahlâm (karışıp karmaşık düşler) dir. Biz böyle karışık şeylerin yorumunu bilemeyiz’ dediler.” (12/44)
Üstad Hazretleri bu karmaşık rüyalar için: “Tabire değmiyor, mânâsı varsa da ehemmiyeti yok. Yâ mizacın bozulup rayından çıkmasından, hayal gücü şahsın hastalığına göre bir terkibât tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir iki sene evvel aynı vakitte başına gelen heyecan verici hâdiseleri, hayâl hatırlar, tâdil ve tasvir ederi başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım karmaşık rüyalardır tabire değmiyor.
“Üçüncü kısım ki; ‘sâdık rüya’dır. O, doğrudan doğruya insanın mahiyetindeki lâtife-i Rabbâniye, âlem-i şehâdetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla gayb âlemine karşı bir münasebeti bulur, bir menfez (pencere) açar, o menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar. Ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve Kaderî Mektupların nümûneleri nev’inden birisine rast gelir, bazı hakîkî olayları görür. Ve o olaylarda, bazan hayal tasarruf eder, suret elbiseleri giydirir.
“Bu kısmın çok nevileri ve tabakaları var. Bazı, aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor. Hadis-i Şerifte gelmiş ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın vahyin başlangıcında gördüğü rüyalar, sabah vaktinin açılıp ortaya çıkması gibi, zâhir, açık, doğru çıkıyordu.
“Beşincisi: Sâdık Rüya, hiss-i kable’l-vukuun (ön sezinin) fazla inkişafıdır. Olayları olmadan önce hissedilmesi ise, herkeste cüz’î, küllî vardır. Hatta, bir zaman ben bu hiss-i kable’l-vukuu, zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda sâika (sevk edici) ve şâika (şevk verici) nâmıyla, aynı sâmia (işitici) ve bâsıra (görücü) gibi diğer iki duyguyu ilmen bulmuştum. Ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o meşhur olmayan hislere, hata ederek, ahmakçasına, ‘sevk-i tabiî’ (iç güdü) diyorlar. Hâşâ, sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilhâm-ı fıtri olarak, insan ve hayvanı kader-i İlâhî sevk ediyor.
“Mesela kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit o kaderi sevk ile gider, gözüne ilaç olan bir otu bulur; gözüne sürer, iyi olur.
“Hem yer yüzünün sıhhıye memurları hükmünde olan ve bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla vazifeli kartal gibi et yiyen kuşlara, bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu o kaderi sevk ile ve o hiss-i kable’l-vuku’ ilhamıyla ve o sâika-i İlâhî ile bildirilir ve bulurlar.” (Yirmi Sekizinci Mektup)
Abdullah Aymaz