Rumuzat-ı Semaniye

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

21 Oca 2025 10:38

  • Rumûzât-ı Semâniye üzerine merhum ağabeylerimizin mektuplarını okudukça öğrencilik yıllarımdaki bir hatıra aklıma hep gelip durdu…

     

    Biz o yıllarda İmam-Hatip öğrencileri olarak İbrahim Kocabıyık ve bazı arkadaşlarımız  ile beraber Ege Üniversitesine gider, öğrencilerle görüşürdük. Sol görüşlü öğrenciler kendi meselelerinde oldukça iyi yetiştirilmişlerdi. Onun için milliyetçi ve imanlı olan öğrencilerin de imanî ve İslamî konularda iyi yetişmelerini bunun için de Risale-i Nur Külliyatını iyi okumalarını tavsiye ederdik, ama onlar pek oralı olmazlardı. O sıralarda elimizde  25. Söz ve Rumûzât-ı Semâniye’den hazırlanan  yeşil kaplı bir kitap vardı. Kur’an’ın tercüme edilmesinin mümkün olmadığını ve Kur’an’ın mucizelik yönlerini anlatıyordu. Bunu, bilhassa okumalarını istiyordum. Gerçekten çok büyük ihtiyaçları vardı. Ama, peşin hükümle “Anlayamayız”, diyerek  okumak istemiyorlardı. Tam o günlerde (1966) Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, İzmir’e gelmiş ve Özel Türk Koleji Konferans Salonunda bir konuşma yapmıştı. O gece konferanstan sonra Hasan Dayhan bizi Kayseri Senatörü Avukat Ömer Lütfü Bozcalı’nın  evinde bir sohbete çağırdı. Ben Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ın konuşacağını zannederek gittim. Eve vardığımda Ege Üniversitesinden tanıdığım bütün sağ görüşlü öğrenciler vardı. Bazı öğretim üyeleri ve halktan tanınmış insanlar da bulunuyordu.

     

    Biz kalabalık bir topluluk evin geniş salonunda beklerken orta boylu tıknaz, bıyıksız birisi içeri girdi “Esslâmü Aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühû ebeden daimen” diyerek, baş köşeye oturdu. Sohbeti o yapacakmış. Ali Nihat Tarlan değildi. Meğer Osman Tarı imiş. Daha sonraları Balıkesir’den siyasete giren bu zat, çok güzel konuşuyordu. Mühendismiş... Tâ Alman Profesör Dr. Annamaria Schimell Hanımefendi ile evlenmelerinden başlayarak, meseleyi 27 Mayıs İhtilaline getirdi. İhtilalcilerin kendisini Ankara’ya çağırıp Diyanet İşleri Başkanı yapmak istediklerini, fakat tek şartlarının Kur’an’ın tercümesiyle ilgili sorularına müsbet cevap vermesi olduğunu, kendisinin  de böyle bir şeyin evet veya hayır şeklinde bir cevap olamayacağını, bunun için bir konferans vermek istediğini belirttiğini söyledi. Sonra bir hafta hazırlanıp “Kur’anın Riyâzî Mucizeliği” ismi altında bir konuşma yapmış. Konuşmasında demiş ki:

     

     

    “Kur’an’da geçen ayetler, kelimeler ve harfler hep tevâfukludur. Mesela “Allah” lâfzının en mühim harfi olan baştaki “elif” Kur’an’da çok sırlar için 40 bin defa tekrarlanmıştır. İkinci harfi “Lâm” cifir değeri 30 olduğu için, Kur’an’da 30 bin defa tekrarlanmıştır. Üçüncü harf okunmayan Elif, Lam harfleriyle beraber “Lâ” şeklinde okunur. Kur’an’da “Lâ” şekliyle 19 bin defa tekrarlanmıştır. Allah kelimesinin son harfi olan “He” harfi yine 19 bin defa tekrarlanmıştır. Allah kelimesinin başındaki 40 bin defa tekrarlanan elif ile, 30 bin defa tekrarlanan Lam harfinin ikisinin toplamı 70 bin eder. 70 bin sayısı ile Kur’an’da tekrarlanan kelimelerin sayısı olan 70 bine tevafuk eder.”

     

    “Kur’an’da “Sin” harfi üç dişine münasip olarak, 3330 defa tekrar edilmiştir.”

     

    “Kur’an’da “Fe” harfi, ebcedî değeri 80 dir. Buna uygun olarak 8000 defa tekrarlanmıştır.”

     

    “Kur’an’da “Kaf” harfi hem de Kur’an kelimesinin birinci harfi, 6000 defa tekrarlanarak, Kur’an âyetlerinin 6000 küsur ayet sayısına yaklaşık olarak tevâfuk etmektedir.”

     

    -Nasr Suresi olan “İzâ câe” nin iniş sebebi Mekke’nin Fethi ve Allah’ın nusret ve yardımlarıdır. Çünkü meâlen: “Allah’ın nasrı (yardımı) ve fethi geldiği zaman ve insanları fevç fevç (bölük bölük topluluklar halinde) Allah’ın dinine girerken gördüğün zaman, Rabbine hamd ile tesbih et ve istiğfarda bulun. Çünkü O, Tevvabtır (tevbeleri ve kendine dönüşleri çok kabul eder).” demektir. Bu müjdeden sahabeler çok sevinmişlerdir. Yalnız Hz. Ebu Bekir (R.A.) ile Hz. Abbas (R.A.) Peygamberimizin (S.A.V.) vefatını hissederek ağlamışlardır. Çünkü, müjde, hamd ve tesbih yanında istiğfar da var. Peygamberimizin (S.A.V.) ismet sıfatı var. Yani günah işlemez. Ayrıca Fetih Suresinin ikinci âyetine göre geçmiş ve gelecek hataları mağfiret edilip bağışlanmıştır. İstiğfar kulun günahından Allah’a dönmesidir. Tevvab ismi de, Allah’ın kendisine dönen kullarını çok kabul etmesidir. Demek ki, burada Peygamberimizin (S.A.V.) günahından dönmekten çok, bizzat Efendimizin âhirete ve Refik-i A’la olan Allah’a vefatı ile dönüşü murad edilmektedir. Zaten Hz. Ebu Bekir ile Hz. Abbas’ı ağlatan da bu sırdır.

     

    Bir de Nasr Sûresinde geçen “Vestağfirhü” yani “Allah’a istiğfar et” cümlesi de var. Sûrenin başından buraya kadar 63 harftir. 63 harf ile işaret edilmektedir ki, kameri takvim hesabına göre Hz. Peygamber (S.A.V.) 63 sene yaşayacak sonra Rabbine dönecektir. İşte Kur’an’ın bu mucize işaretine göre olay gerçekleşmiştir. Ayrıca “Fe sebbih bi hamdi Rabbike vestağfirhü” ile Peygamberliğin, tesbih, hamd ve istiğfar olarak üç vazifesine işaret edilmiştir. Bunları ifade eden cümlelerin harf sayısı 21 dir. Bu sûre Peygamber Efendimize (S.A.V.) Peygamberliğinin 21. senesinde inmiştir. Bu üç vazifeyi tastamam yaptığına da bir işarettir.”

     

    “Kevser Sûresinde ise başka güzellikler vardır:  Bir kere mâna itibariyle, kevserin verilmesi, namaz, kurban ile ilgili  hükümler var. Ayrıca  değişmez bir kaide olarak Hz. Muhammed düşmanlarının kendi şahıslarının ve davalarının güdük kalacağının haber verilmesi tek başına tarih boyu gerçekleşen bir mucizedir.”

     

    “İkincisi, şiir güzelliği vardır. Yani bu kısa surede ayet sonları: Kevser, venhar ve ebter kelimeleriyle bitiyor...”

     

    “Üçüncüsü, sûrede geçen harfler  içinde yazılış veya okunuş itibariyle ikişer kardeş sayılan harflerden her birinden en güzeli ve en mânidarı seçilmiş öbür kardeşi bırakılmıştır. Mesela yazılış bakımından birbirine benzeyen Râ ve zâ harflerinden Râ var zâ yok. Sin ve Şin’den Şin var Sin yok. Sat ve Dat’tan Sat var Dat yok. Tı ve Zı’dan Tı var Zı yok. Ayn ve Gayn’dan Ayn var Gayn yok. Fe ve Kaftan Fe var Kaf yok (Kaf ve Kef’ten Kef var Kaf yok) Mim ve Nun’dan Nun var Mim yok. Görüldüğü  gibi zarif, muntazam ve mânâlı bir seçme var...”

     

    “İstanbul’un fethi, Sebe Sûresinin 15. ayetinde “Beldetüm Tayyibetün” ifadesinin cifri değeri olan 857 rakamı ile yani Hicri 857 Miladi 1453 ile müjdelenip verildiği gibi Kevser Suresi ile de işaret edilmiştir. Cifri değeri 757 olan El- Kevser, çok hayır demektir. Hem mahşerde hem de Cennette verilecek havzı kevser mânâsına olduğu gibi Peygamberimize (S.A.V.) verilen ümmetin, Âli Beytin, ulemanın ve fethedilecek yerlerin çokluğu mânalarını ifade eder. Kime verildiği ifade eden “Ataynâke” deki “ke” Sana yâ Muhammed demektir. “Ke” ebcedi değer olarak 20 eder. Niçin verildiğini ifade eden “Fe salli” deki “Fe” 80 eder. Hepsi 757+20+80=857 Hicri, 1453 Miladi ederek İstanbul’un fethini gösterir...”

     

    Netice itibariyle Osman Tarı, Rumuzat-ı Semâniyeden alıp aktardığı daha bir çok tevafuk ile, Kur’an-ı Kerimin mucizeli ifadelerinin bütün özellik ve güzellikleriyle tercüme edilmesinin mümkün olamayacağını bir bir anlatır. Tabii ihtilalciler de onu Diyanet İşleri Başkanı yapmazlar...

     

    O tatlı sohbet üslûbuyla Osman Tarı bunları anlatırken herkes dikkatle dinliyordu. Bir ara sağın lider öğrencilerinden Halis’e “Anlattıklarını nasıl buluyorsun?” diye sordum. O da “Çok müthiş!. Hiç duymadığımız şeyler!.” dedi. “Ama, ben bunların kaynağını, yani bütün bunları anlatan Risaleleri size verdim, okumadınız!..” dedim. Çok hayret etti...

    21 Oca 2025 10:38
    YAZARIN SON YAZILARI