Abdülreşid İbrahim (1850-1944), Japonya’da İslami hizmetlerde bulunurken tanıştığı Oyama’yı şöyle anlatıyor:
Japonların askeri liderlerinden ve dünyanın en tanınmış kumandanlarından olan Mareşal Oyama ne yapıyor?
Ben bundan önce de pek çok defalar, Japonların milli ahlâka fazlasıyla itina ettiklerini ayrıca açıklamış ve beyan etmiştim. Bu defa da bu milli ahlakın muhafazası lüzumunu gerekli görenlerden biri ve belki en birincisi olan Mareşal Oyama hakkında bazı izahlar yapacağım.
Mareşal Oyama’nın nasıl bir adam olduğunu ve kim olduğunu Rus-Japon savaşında bütün dünya öğrenmiştir. Şimdi ben bu adamın şimdiki meşguliyetlerinden biraz mâlûmat vermek istiyorum.
Mareşal Oyama şimdi bir okul müdürüdür. Hem de gece okulunun müdürü. Bu zatın bu vazifeyi kendi isteğiyle kabul etmesi nasıl bir düşünceden dolayı olabileceği biraz düşünmekle anlaşılabilir. Fakat ben daha ziyade izah etmek için biraz da tafsilat vermek istiyorum. Koca Mareşal, çocuklara bakmak, belki doğrudan doğruya çocukların eğitimini isteyip seçerek bu suretle milletine, millet ve vatan evlâdı yetiştirmek istiyor. Haftanın altı gününü okulda geçiriyor. Geceleri de yine okulda yatıp kalkıyor. Bütün zengin çocuklarını fakir evladı ile birlikte terbiye ediyor. Elbiseleri eşit, yeme içmeleri beraber yatakları aynı derecede, Mareşal de aynı elbisede onlarla beraber. Hafta da bir kere de evine izinli olarak gidiyor. Yine talebe ile beraber tramvayla döner. Haftada bir kere ailesinin yanında bulunuyor ve ders günlerinde bütün hafta mektepte bulunuyor. Koca Mareşali görmek ve konuşmak için iki defa okula gittim. Bir defa da tramvayla tesadüfi olarak gördüm. Kendileri iltifat buyurdular. Bir defa okula gittiğimde koca Mareşal çocuklarla beraber jimnastik oyununda bulunuyordu.
Bu adam koca bir asker kumandanı olduğu halde, böyle bir okul müdürlüğü vazifesini niçin kabul ettiğini kendisine sorduğumda, biraz sükûttan sonra tebessüm ederek dedi ki: “Tamahkârlıktır, fakat birkaç senede, bin sekiz yüz Oyama yetiştirmek istiyorum.”
Bakınız şu dünyanın tanıdığı bir mareşalin bugünkü vazifesine! Hayret edilecek bir şey değil de, nedir?
Ben de kendileriyle beraber diyeceğim: “Bu tamahkârlıktan başka bir şey değildir. Fakat keşke bizde de böyle tamahkârlar çıksaydı, ne güzel olurdu.”
Ne yazık ki demeliyiz. Bizim büyük kumandanların içinde Oyama gibi güçlüleri bulunsa bile bu gibi bir vazifeyi, vatan ve millet menfaatini, geleceğini düşünerek kabul ederler miydi? Büyüklük kolay değil. Bizim azledilen şeyhülislâmlarımız, kazaskerlerimiz, bilmem kimlerimiz… Hepsi dolgun maaşla mezar nöbetçiliğini tercih ediyorlar. Canları sıkılırsa, kendileri gibi azledilmiş kimselerle bir araya toplanarak tavla ile, bilmem neyle vakit geçirirler. Maaşlarını yabancı bankalara vererek ne millet hayır görür, ne kendileri. Nihayet bir gün bu dünyadan çekilip giderler. Bunlardan istifade edeceğim diye millet bekleyedursun. “Bari, milletten maaş alıyoruz, hiç olmazsa Allah rızası için ders verelim” diyecek biri olsa… O da yok. Halbuki ağzımızda Cennetten bahsetmek ve Cennete doğru gitmek gibi ümitler de yok değil. Hizmete gelince hiç olduğu gibi, taat ve ibadette de o kadar acele edenlerimiz gözükmüyor.
Koca Mareşale her nerede rastlasam, hep basit bir elbiseyle gördüm. Tevazu denilecek olursa sanki bu adama mahsustur.
(Sultan II. Abdülhamid önemli bir kişiye, “Japonya’ya git, General Oyama’yı bul ve alnından öp” diyor… Gerçekten alnından öpülecek şahsiyet…)