1992’de ABD’ye geldiğimde, diğer Müslüman gruplarla bilhassa eğitim hizmetleriyle tanışmak istiyordum. O zaman Amerika’ya beş bin doktor olduğu ve pek çok İslam merkezini bunların kurduğu söyleniyordu. Zaman gazetesinin temsilcisi olduğum için bazılarına uğruyor, görüşüyor, köşemde de bahsediyordum. Onlardan büyük iş adamları da vardı. Bunlardan birisi de Ekrem Çavdurî idi. Malatya’dan kayısı getirdiği için orada da iş yeri varmış ve Türkiye’ye çok gelip gitmiş. Amerika’ya burslu bir öğrenci olarak gelmiş. Babası hasta ve fakir adamı tadavi olması için göndermiş. Herkesin hastanelerde bedava bakıldığını sanıyormuş. Bu hastayı hastaneye götürmüş. Muayeneden sonra, tedavi için 30 bin dolar gerektiğini söylemişler. Bursuyla zor geçinen bu üniversite öğrencisi “Şimdi ben bu fakir adama ne söylerim!..” diyerek hastanenin merdivenlerinde oturup kalmış. Bir Amerikalı hemen yanına koşmuş “Neyiniz var?” diye sormuş. O da başından geçenleri anlatmış. İsmini ve adresini soran bu Amerikalıya bir mânâ verememiş. Bir müddet sonra adresine bankadan para bilgileri gelmeye başlamış. Meğer o kişi bir radyodan program yapıyormuş. Çavdurî’nin durumunu ve sıkıntısını dinleyicilerine anlatmış ve bankadan bir hesap açtırmış. Sonra gelen paraların 30 bini geçtiğini görünce hastayı hem tedavi ettirmiş, hem de yol parasını ve harçlığını vermiş. O zamana kadar bütün Amerikalılara karşı negatif bir görüşü varmış bundan sonra müsbet düşünmeye başlamış ve “Eğer bir gün zengin olursan bir vakıf kuracağım, din, dil ve ırk ayrımı yapmadan öğrencilere burs vereceğim” diye ahdetmiş. Zengin olunca buna da yapmış ve adını “NUR VAKFI” koymuş.
Dört sene önce de bir başkası ile tanışmıştık. O zaman İslam âleminin dertleri üzerinde duruyor, TERÖR belâsının, İslamiyetin altına çalınmış kara bir leke olduğunu; İŞİD ve benzeri örgütlerin, bir gün Mekke ve Medine’yi işgal ederek, devletlerini kurarak, İslâmiyeti temsil etmelerinden endişe ettiğini söylüyordu. Bu hususta, bu tehlikeyi önleyecek bir çalışmanın olmadığını ama HİZMET’in eğer çok gayret ederse, bununla baş edebileceğinden ümitli olduğunu ifade ediyordu. Bu son karşılaşmamızda dört sene önceki endişelerini hatırlatınca şöyle dedi: “Şimdi çok şeyler değişti” Sonra misal olarak kendi hayatını anlattı: “Ben motosiklet meraklısıydım ama 40 tane kaza atlattım. Allah hep korudu. Sonra bir müddet müzikle ilgilendim. Moda olan müzikler üzerinde şarkılar söyledim. Sonra Amerika’ya gelip master yaptım ve ticarete atıldım, yavaş yavaş yükseldim, büyük ortaklıkların içine girdim. Şimdi her dinden ve ırktan pek çok dostlar edindim. Artık hayatın içindeyim. Arada bir kendi uçağımla Allah rızası için hem de kendim pilot olarak hastaları taşıyorum. Dilleri, dinleri ayrı bu insanlara hizmet ediyorum… Bugün bizim aslında en değerli hazinemiz üç torunum!.. Eşimle birlikte onlar üzerinde titriyor, onları yetiştirmeye çalışıyoruz. Memleketimizi yani kökenimizi ve Müslümanlığımızı hiç unutmadan ama bir Amerikalı olarak nasıl başarılı olurlar bunun üzerine kafa yoruyoruz. Evet en büyük işimiz, bu üç hazineyi nasıl korur ve geliştiririz?
“HİZMET olarak Bediüzzaman’dan bu yana güçlü bir iman hizmetiniz ve iyi geliştirilmiş sisteminiz hem de yetiştirilmiş elemanlarınız var… Şuurlu iş adamlarınız bulunmakta… Eğitim faaliyetleriniz devam etmekle beraber esnafınız da işlerini büyütmeleri gerekir. Bunun misalleri çok… Geçmiş tecrübeleri de var. Amerika’da iş kurmak, büyük iş adamı olmak, bir buluş yapmak gibidir, gayret ister. Ama her şey de bunun üzerinde döner. Amerika dediğin de bir nevi dünyanın merkezidir. Dünyanın büyük bir kesiminin yöneldiği taraf burasıdır. Buraya göre şekil alırlar.”
Dostumuz, doğru söylüyor. Ayrıca bizim elimizde Risale-i Nur Külliyatı ve Pırlanta Serisi gibi cihan değer mübarek eserler var. Üstad Hazretleri Kastamonu Lâhikasında diyor ki: “Bugünlerde manevî bir muhaverede, bir suâl ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim. Biri dedi: ‘Risale-i Nur’un İMAN ve TEVHİD için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid (inatçı, kaypak) bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derecede hararetle daha yeni tahşidat (yığınaklar) yapıyor?’ Ona cevaben dediler: ‘RİSALE-İ NUR, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor, belki küllî bir tahribatı ve İSLAMİYET’İ İÇİNE ALAN dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit KALEYİ (İnsanlık Kalesini) tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik ve terâküm edilen (yığılan) müfsit âletlerle rahnelenen (darbelenip aşındırılan) kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bilhassa avâm-ı müminin dayanakları olan İslâmî esasların, cereyanların ve şeâirlerin (İslamın şiârı ve sembolü olan güzelliklerin) kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan VİCDAN-I UMÛMÎYİ Kur’an’ın mucizeliğiyle o geniş yaralarını, Kur’an’ın ve İmanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor.”
Evet bu ilaçlara bütün insanlığın ihtiyacı var. Bizim işimiz de ihtiyaç duyanlara bu ilaçları ulaştırmak, neslimizi ve insanlığı inkâr bataklığından kurtarmaya çalışmaktır. Cenab-ı Hak, bu Hizmet’te bizleri muvaffak kılsın…