İhsan Atasoy Beyin “Nur’un Büyük Kumandanı Zübeyir Gündüzalp” isimli eserinde Mehmet Kırkıncı Hocamız, soru kısmında M. Fethullah Gülen Hocaefendi’den de bahsederek diyor ki:
“Fethullah Hoca’nın Risale-i Nur’la tanışması ve Zübeyir Ağabeyle olan irtibatı şöyle olmuştur: Hocanın Erzurum’da Arapça hocası vardı, Osman Hoca diye… İyi bir alimdi, Allah rahmet eylesin. Fethullah Hoca önceleri ondan ders okuyordu. Osman Hoca’nın bir ara İzmir’e gidip biraz kalması icap etti. Gelene kadar benden talebelerine ders vermemi rica etti. Ben önce kendi talebelerimi okutur, sonra da gidip onları okuturdum. Böylece onlarla derse başladık. Ders bittikten sonra, benim gayem, davam var ya, Üstad’dan bazı cümleleri, isim vermeden anlatmaya başladım. Talebelerin çok hoşuna gitti. Hatta öyle oldu ki, Arapça dersini bitirip bir an önce Risaleden nakillerle yaptığımız sohbete başlamamızı beklediler. Ben dersten çıkınca Hocaefendi de benimle çıkmaya başladı. Ama Bediüzzaman demekten çekindim. Çünkü o gün Üstad’ın ismi bile insanları ürkütüyordu. Öyle bir baskı vardı. (…)
(Mehmet Kırkıncı merhum sonunda şöylece Üstad’dan bahseder): ‘Fethullah Efendi, bu söz bana ait değildir’, dedim. ‘Kimindir?’ deyince, ‘Bediüzzaman Said Nursi’nindir. Sen onun kitaplarını hiç okudun mu?’ dedim. ‘Hiç okumadım.’ dedi. ‘O zaman ben sana vereyim de oku. Her Çarşamba günü Murat Paşa Medresesinde sadece Risale-i Nur okuyoruz, istersen bir gel bak, dinle’ dedim. ‘Bu Çarşamba beni götür’ dedi. (…) Kendisine ‘Sen İstanbul’a gidip Zübeyir Ağabeyi ziyaret et’ dedim. Zübeyir Ağabeye de kendisini anlattım: ‘Çok kabiliyetli bir kardeşimizdir, ilgilenirseniz iyi olur’ dedim. Ondan sonra Zübeyir Ağabeye gidip gelmeye başladı. (…) Yıllar sonra annesinin vefatı üzerine Osman Demirci Hoca ve Ahmet Şahin’le birlikte taziye için gittik. Üç-dört saat yanında kaldık. Çok güzel sohbetler oldu. Birkaç gün önce bir rüya görmüştüm. Rüyada geniş bir bina, ucu bucağı görünmüyor, zemini de halı gibi döşenmiş. Hocaefendi birden yanımda bulundu ve bu binayı bana anlatmaya başladı. Dedim: ‘Buraya gelmeden önce böyle böyle bir rüya gördüm. Tabiri nedir?’ Dedi ki: ‘Estağfirullah, siz daha iyi bilirsiniz.’ Ben de, ‘Sizin hizmetinizin çok gelişeceğine işarettir.’ dedim. Hocaefendi ise ‘Bu sizin hizmetiniz, sizin, sizin…’ diye ağlamaya başladı.
“(Daha önce, 1971’de) Hocaefendi İzmir’de hapisteyken Nazım Gökçek, Necmettin Bey ziyaretine gideceğiz. Gitmeden önce de bir rüya görmüştüm. Rüyada Cebrail Aleyhisselam, elinde bir masa saati… Bana ‘Al bunu Fethullah Hoca’ya ver.’ dedi. Ziyaretine gittiğimizde bu rüyayı anlattım. Hocaefendi, bunu işittikten sonra, ‘On sene hapiste kalsam, hiç aldırmam.’ dedi.
“Yüz yetmiş ülkede okul açmak ne demek? Cebrail Aleyhisselamın rüyadaki saati işte bu…
“Ben, ‘Cenab-ı Hak, Bediüzzaman’ı Kendisini anlattırmak için yaratmış, Fethullah Hocayı da Hizmet için yaratmış’ diyorum. Benim inancım bu.”
2012 senesinin Aralık ayında Erzurum’a gitmiştik. Mehmet Kırkıncı Hocamızı da ziyaret ettik. Masa saati ile ilgili rüyasını bize de anlattı… Aynı günlerde Erzurum’da Hatem Hocamızı da ziyaret ettik. Ben kendisine bir hatıramı anlattım. Dedim ki:
“1981 veya 1982 senesiydi. Sabah namazını kılmıştık. Hocaefendi, odasına çekildi. Biz salonda kaldık. Kahvaltı hazırlanıyordu. Hep beraber yemek yiyecektik. O arada salonda sehpa üzerine duran Üstad Hazretlerinin “Tarihçe-i Hayat” isimli kitabını alıp şöyle bir açtım. Üstadımızın, kendi el yazısına örnek olmak üzere iki sayfalık bir mektubunu koymuşlar, tam orası çıktı. Ben de yazıya bakıyorum. Fark etmemişim, arkadan Hocaefendi gelmiş o da bakıyormuş. Bana ‘Bu mektuptan ne anlıyorsun?’ dedi. Ben mânasından ziyade, şekline, suretine ve stiline bakıyordum. ‘Manası üzerinde durmamıştım’ dedim. Hocaefendi, ‘Hatem Hoca ile medresede okurken bizi ilk defa Erzurum’da Risale-i Nur dersine davet ettiler. Gittim. Sade bir mekan… Çok hoşuma gitti. Babam, Sahabe aşığı idi. Hep onlarla ilgili kitaplar okurdu. Ben de öyleydim. Onun için orası bana sanki onların mekânı gibi geldi. ‘Ya Rabbi, beni bu cemaatten eyle’ diye dua ettim. Birkaç gün sonra Cuma idi, vaizin konuşmalarını dinlerken kendimi salıverdim ve çok ağladım: ‘Allah'ım beni bu cemaatten ayırma!’ diye dualar ettim. O günlerde arkadaşım Hatem Hoca, rüyasında görmüş; Üstad Hazretleri, bana bu mektupla, bir ölçek de ceviz vermiş… Hatem Hocanın bu rüyasından sonra ben Erzurum’dan Edirne’ye gittim. Rüyada ceviz görmek seyahattir. Ama bu mektup nedir?’ dedi. Ben bir şey söyleyemedim… Acaba bu rüyayı bir de sizden dinleyebilir miyiz?’ dedim.
Dedi ki: ‘Kadir gecesiydi… İhya etmek için gece namazlar kıldım… Kur’an okudum. Dualar ettim… Sabaha kadar ihyâ etmek istiyordum. Ama uyumuş kalmışım. Rüyamda o zaman Hocaefendinin anlattıklarını gördüm.’ diyerek rüyasını bütün teferruat ve detayları ile anlattı.
Tarihçe-i Hayattaki bu mektup ve diğer rüyalar üzerinde çok durdum. Rüyalarda bazen bir kelime şifre olabilir. Benim dikkatimi çeken ifadeler: ‘İnneme’l-müminîne ihvetün kudsî programıyle…’ de düğümleniyor… Sanki bu enteresan ve orijinal rüyalarda cihan sulhunun programı verilmiş ve bir saat gibi tıkır tıkır işlemeye başlamıştır. Kıyamete ayarlı bu hizmet de düşe kalka, eğitile eğitile çeşitli devre ve süreçlerden geçe geçe o hedefe doğru ilerlemektedir. Belâ ve musibetler, Allah’ı ve Onun ihsanlarını unutmamak için ikazlardır. Bir sineğin ısırması bile, âcizliğimizi hatırlatmak ve ikaz etmek içindir… Hulusî Yahyagil Ağabeyimizin tesbitiyle, işte bu hikmetten dolayıdır ki, Peygamber Efendimize (S.A.S.) ve Abdülkadir Geylânî Hazretlerine sinek konmazdı ve sinekler onları rahatsız etmezdi….
Abdullah Aymaz