Hutbe-i Şamiye’de İslamiyetin mânevî ve maddî olarak terakki etme gücüne sahip olduğunu, mânevî gücün dinamiklerini anlattıktan sonra, maddî terakkisinin de dinamikleri üzerinde şöylece duruyor:
“İkinci cihet: Yani maddeten İslâmiyetin terakki edip yükselmesinin kuvvetli sebepleri de gösteriyor ki: İslâmiyet, maddî olarak da istikbâle hükmedecektir. Yukarıda daha önce anlatılan ‘Birinci Cihet’ mâneviyat cihetinde terakkiyatı isbat ettiği gibi, bu ikinci cihet de maddî terakkiyatı ve istikbaldeki hâkimiyeti kuvvetli gösteriyor. Çünkü İslâm âleminin mânevî şahsiyetinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz BEŞ KUVVET toplanmış ve birbiriyle mezcolup bir bileşim halinde yerleşmiştir.
Üstad Hazretleri bu cümlenin altına şu hâşiyeyi yazmıştır: “Evet Kur’an’ın üstadlığından ve dersinin işaretlerinden anlıyoruz ki, Kur’an’da peygamberlerin zikredilmesiyle, insanların gelecekte terakki edip ilerleyeceğini ve o mucizelerin benzerlerinin istikbalde vücuda geleceğini insanlığa ders veren Kur’an aynı zaman onların yapılması için teşvik ediyor: ‘Haydi çalış, bu mucizelerin numunelerini göster. Süleyman Aleyhisselam gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa Aleyhisselam gibi en dehşetli hastalıkların tedavisine çalış! Hz. Musa Aleyhisselamın asâsı gibi taştan âb-ı hayat olan suyu çıkar, insanları susuzluktan kurtar! İbrahim Aleyhisselam gibi, ateşin seni yakmayacağı maddeleri bul, giy! Bazı peygamberler gibi doğu ve batıdaki en uzak sesleri işit, suretleri gör! Dâvut Aleyhisselam gibi demiri hamur gibi yumuşat, insanlığın bütün sanatlarına vesile olmak için demiri balmumu gibi yap! Yusuf Aleyhisselam ve Nuh Aleyhisselamın birer mucizesi olan saat ve gemiden nasıl istifade ediyorsunuz, öyle de diğer peygamberlerin size ders verdiği mucizelerden de o saat ve gemi gibi istifade ediniz, taklidlerini yapınız… İşte bunlara kıyasen Kur’an her cihetle insanlığı, maddî-mânevî ilerlemeye sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küllî olduğunu isbat ediyor.”
Bundan sonra da Üstad Hazretleri bu beş kuvvet üzerinde duruyor:
“Birinci kuvvet: İslâmiyet hakikatıdır. Bu öyle bir hakikattır ki, bütün kemâlâtın üstadı olup üç yüz yetmiş milyon insanı (yani bütün Müslümanları) bir tek insan hükmüne getirebilecek güçtedir. Hem hakiki bir medeniyetle, müsbet ve doğru fenlerle donatılmıştır. Aynı zamanda hiçbir kuvvetin de kendisini kırmayacak bir mâhiyete sahiptir… (Tabir câiz ise, İslâmiyet tam bir medeniyet projesidir.)
“İkinci kuvvet: Şiddetli bir ihtiyaç ve belimizi kırdı fakirlik.
“Bunlar öyle kuvvetlerdir ki, medeniyet ve sanatın hakiki üstadları oldukları, vesilelerin ve temel prensiplerin gelişmesiyle donanmış bulundukları için asla susmaz ve kırılmazlar. (Açlık ve susuzluk hislerini tatmin etmeden, yani yiyip içip karnını doyurmadan susturmak mümkün müdür? Teknolojide ilerlemeden hesaplaşmadan bu ihtiyacı gidermek ve zenginleşmeden bu fakirlik duygusunu yenip susturmak da mümkün değildir!..)
“Üçüncü kuvvet: İslâmî hürriyettir. Yani insanlığa lâyık en yüksek kemâlâta, mükemmelliğe olan meyil ve arzu ile donanmış bulunmaktır. Bu, öyle bir hürriyet meyli ve arzusudur ki, yüksek şeylere müsabaka suretinde insanlara yüksek maksatları ders verir. O yolda çalıştırır. İstibdat ve tahakkümleri parça parça eder. Ulvî hisleri heyecana getirir. Gıpta, haset, kıskançlık, rekabet ve tam uyanmakla, yarışma şevkiyle, yenileşme meyliyle ve medenileşme arzusu ile donatılmıştır. (Bu hissiyat da Müslümanları miladî on ikinci yüzyıla kadar ilim, fen, sanat ve teknikte ilerlettiği gibi, tekrar yeni bir İslamî renesas ile yükseltecektir. Bu gerçeği Prof. Dr. Fuat Sezgin, bu husustaki çalışmalarıyla ispatlayıp göstermiştir. Aynı şekilde bu duygularla mücehhez olan bir nesilinde, bir fikir, serbest yarış ve çalışmalarla inşaallah, bütün insanlığa bu güzel gelişmeyi göstereceklerinde şüphe yoktur.)
“Dördüncü kuvvet: Şefkatle donanmış, imânî şehamettir. Yani zillete düşmemek, haksızlıklara, zâlimlere zillet göstermemek. Mazlumları da zelil duruma düşürmemektir. Yani İslâmî hürriyetin esasları olan müstebit zâlimlere dalkavukluk etmemek, bîçârelere tahakküm etmemek ve kibirlenmemektir.
“Beşinci kuvvet: İslâmî izzettir. Bu izzet, i’lâ-yı kelimetullahı yani Allah’ın yüce adının, şânına lâyık olarak cihanda, şâhikalarda dalgalanması için gayret göstermeyi gerektirir. Bu zamanda i’lâ-yı kelimetullah, maddî olarak da yükselmeye ve ilerlemeye bağlıdır. Hem de hakikî medeniyete girmekle i’lâ-yı kelimetullah yapılabilir. İslâmî izzetin iman ile kesin olarak verdiği emri, elbette İslam âleminin şahs-ı manevîsinin istikbâlde tam olarak yerine getireceğinden şüphe edilmez.
Evet, nasıl ki, eski zamanda İslâmiyetin terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak, inadını kırmak ve tecâvizlerini def etmek, silah ile kılınç ile olmuştu. İstikbalde ise, silahı kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakkî, hak ve hakkaniyetine manevî kılınçları düşmanları mağlup edip dağıtacaktır.
“Biliniz ki, bizim muradımız medeniyetin güzellikleri ve insanlara menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları ve kötülükleri değildir. Maalesef ahmaklar, o kötülükleri, o sefahatleri, güzellik zannedip taklit ederek malımızı harap ettiler. Dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadılar.
“Acaba geleceğe karşı müminler ve Müslümanlar için böyle maddî ve manevî terakkilere vesileler ve kuvvetli, sarsılmaz sebepler varken, hem de demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl oluyor da ÜMİTSİZLİĞE KAPILIYORSUNUZ? Böyle İslâm leminin kuvve-i mâneviyesini kırıyor, moralini bozuyorsunuz? Ümitsizlikle zannediyorsunuz ki, ‘Dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare Müslümanlar için gerilik dünyasıdır.’ Böyle yanlış bir zan ile pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz!..”
Üstad Hazretleri buraya kadar, gerçekleri tesbit ettikten sonra, geleceğin insanlar ve bilhassa Müslümanlar için parlak ve ihtişamlı bir istikbal olacağının fıtrî delillerini anlatmaya geçiyor. İnşaallah bir sonraki yazımızda bunun üzerinde duracağız.