Gerçekten M. Fethullah Gülen Hocaefendinin gayretleriyle Hizmet, ülkemizi Türk-Kürt, Alevî-Sünnî, Müslüman-Hıristiyan, laik-anti laik diye parça parça eden hâin zihniyete karşı bir bütünlüğe doğru götürüyordu. Abant Toplantılarıyla çok farklı görüşteki insanlar bir araya getiriliyor, konuşturuluyor, tartıştırılıyor ve netice ülkemiz için faydalı, kararlar alınmasına vesile olunuyordu. Bu toplumun özüne-köküne cibilli düşman olan gizli düşmanlar, bu milletin can damarlarına musallat olmuş ehl-i nifak hainler ne yapıp ettiler bütünlüğe giden bu gayreti paramparça etmeye muvaffak oldular, bütün birleştirici köprüleri imha edip attılar.
Cami ile ceme evi yanyana yapılacaktı. Alevî-Sünnî insanlar bunların müşterek avlusunda veya ortak salonunda oturup sohbet edecek, birbirlerine ne kadar yakın olduklarını bütün sıcaklığıyla hissedeceklerdi, bu güzelliği engellediler. İyi niyetli bir yazar olduğu her halinden belli olan Ermeni gazeteci Hrant Dink’i öldürttüler. Bazı misyonerleri hunharca kesip katlettirdiler. Uydurma bir darbe ile, vatan evladını kurşunladılar, işkence altına aldılar, kaçırıp cenderelerden geçirdiler. Kadın, çoluk, çocuk hatta bebek demeden zulüm ve mağduriyetlerle inlettiler. Pek çok değerli insanın ülkeyi terketmesine sebep oldular.
Bu bir zulüm ve gaddarlıktı ama farkına varmadan çok büyük bir inkişafa da vesile oldu. Nitekim 1925’teki Van’ın Erek Dağına inzivaya çekilip 4-5 talebesiyle ilmî müzakerelerde bulunan Bediüzzaman Hazretlerini zorla alıp, Ramazan günü karlı bir kış gününde zaman zaman yayan yapıldak, zaman zaman kızaklarla Korucuk Köyüne, oradan Erzurum, Trabzon, İstanbul, İzmir, Antalya üzerinden Burdur’a getirmişler, oradan Isparta’ya oradan da Barla’ya sürmüşlerdi. O kuş uçmaz, kervan geçmez gibi görünen yere bir de Karakol dikmişler, kimseyle görüştürmemeye çalışmışlardı ama orada 7-8 senede dünyayı aydınlatacak koskoca, Sözler, Mektubat ve Lem’alar kitapları yazıldı. Bunun farkına varınca talebeleriyle beraber Üstad’ı Eskişehir hapsine ve mahkemesine gönderdiler. Ama aynı zamanda tabir caiz ise bu ürünlerin piyarını ve reklamını yapmış oldular. Millet “Bu devleti yıkacak, kitaplar ne imiş” diye meraklanmış oldu. Oradan Kastamonu’ya mecburi ikametle gönderdiler. Orada da 7-8 sene için bütün Karadeniz kıyılarına ve şehirlerine Hizmet ulaşmış oldu. İnebolu Kahramanları yetişip teksir makinaları ile Risale-i Nurları bir matbaa gibi çoğaltıp Anadolu’ya yaydılar. Oradan Ege’nin de nasiplenmesi için Denizli Mahkemesine getirdiler. Bir bebeğin anne karnında geçirdiği 9 ay 10 günlük zaman kadar bir müddet hem bir şaheser olan Meyve Risalesini yazdı, hem de âdil hakimler tarafından Beraat verilerek çıkıldı. Aynı şekilde Emirdağ sürgünü de çok büyük hayırlara vesile oldu…
İşte aynı şekilde 15 Temmuzla başlayan büyük zulümde görüyoruz ki, çok daha büyük dünya çapında hayır ve güzelliklere vesile olmaya başladı.
Vaktin ayarlanmasına varıncaya kadar her şey Hizmet adına tam bir ahenk içinde cereyan ediyordu. Mesela Sovyetler eğer 1980’de dağılmış olsaydı Ortaasya’da okul açacak imkanımız ve yetişmiş o kadar öğretmenimiz yoktu…
Avrupa yaşlanıyor. Genç nüfusa ihtiyaç var. mecburen mülteci almak zorunda… Bunun için seçerek alması lazım. Tahsilli işe yarar insanlar… Zaten on sene önce Hindistan’dan yazılımcılar getirip hemen oturum veriyorlardı. Bu süreçte Türkiye’den gelen mülteciler hep onların istediği kıvamda idi… Meriç’ten geçmiş, çoluk çocuğundan ayrılmanın geçtiği cenderelerin travmasıyla üzgün olan bir kardeşimize görevli memur özgeçmişini öğrenince, “Niye başını eğiyorsun, dik tut… Sen bu kadar iyi işler yapmış kendini çok iyi geliştirmiş yetiştirmişsin. Ne yazık ki, kendi ülkende kıymetin bilinmemiş, zulme uğramışsın. Ama bizim devletimiz sana birkaç sene destek verecek ama senelerce senin birikimlerinden istifade edecek. Dik dur, korkma üzülme!..” diye teselli vermiş ve tebrik etmiş.
Ayrıca mülteciler sadece Türkiye’den değil, Fas’tan Tunus’tan, Afganistan’dan, Suriye’den Irak’tan ve Afrika’nın çoğu İslam ülkelerinden geliyor. Yani bunlar Müslüman… 40 sene sonra Müslüman nüfusu çoğalacak. O zaman nasıl bir Müslümanlık olmasını isterler. Radikal, huşumetli, herkesi, herşeyi reddeden gettolaşma tehlikesi olan bir anlayışı mı yoksa diyaloğa açık, entegreye hazır, içinde bulunduğu mozayik içinde uyumlu şekilde kendi rengiyle çiçek açan bir anlayış mı isterler…
Ayrıca bu kadar zulüm ve işkenceden sonra Anadolu kültürlerinden gelen zulme uğramış, levî, Kürt, Laik vs. anlayışta zulme direnmiş gruplarla da mağduriyet ortaklığı cihetinden bir birliktelikle uzlaşmalar, yakınlaşmalar da söz konusu… Yani kader yeniden bizleri mağduriyet ve mazlumiyet birlikteliğiyle aynı teknede hamur gibi yoğuruyor, birleştiriyor. Bir zamanların EZİLENLERİN BİRLEŞMESİ sloganı sanki şimdi gerçek mânâda mustazafları bir araya getiriyor. Kimbilir kader belki de böylece güçlü bir birliktelik kuracaktır… Yepyeni köprüler kurulacak eskisinden daha sağlam dostluklar gerçekleşecektir inşaallah…