Tarık Bey anlatmıştı, “Angola’ya gittim. Dört saat girişte tuttular. ‘Keşke başka bir Afrika ülkesine gitmiş olsaydım. Zimbabve’ye bile olabilirdi.” dedim. Sonra orada eğitimci bir kardeşimiz beni 50 yaşlarındaki Fatma Ana ile tanıştırdı. Fatma Ana’nın babası Türk imiş. Kırk sene önce babası ölünce annesi onu İstanbul’dan Brezilya’ya götürmüş. Orada evlenmiş. Çok zengin olmuş. Oradan gelip Angola’ya yerleşmişler. Zaten Brezilya’dan Angola’ya gelip elmas ve petrol ticareti yapıyorlarmış. Fatma Ana, bizleri görünce, ‘Ben ailemi buldum. Bunlar benim öğretmen evlatlarım!” deyip sarılmaya başladı. Sadece Allah kelimesini biliyordu. O kelimeyi de he harfini söylemeden ‘Alla’ diye telaffuz edebiliyor. Ama arkadaşları hiç bırakmıyor. ‘Ben hep sizin yanınızdayım! ’ diyor. “Angola’da havaalanı yapılıyordu. Hafriyat sırasında elmas çıktı. Hemen yerini değiştirdiler. Havaalanını başka yere yaptılar.
Hacı Muammer diyor ki: “Trabzon’a gitmem söylenince, ‘Ben orada ne yapacağım?’ diye sordum. ‘Git oraya, kafanı bir kayaya vur, gel!’ denildi. Gidince ‘Allah!.. Ben Cennete mi geldim!’ dedim. ” İşte böyle başladı her şey… Ondan sonra da arkadaşlar artık: “Türk evladı, evde durmaz giderim” demeye başladılar. Tabii bu bir şiirden bir mısra… Kardeşler bunu kendilerine göre ayarlayabilirler.”
Kamboçya’da Müslümanlar için büyük bir okul yaptırılmış… Bizim de küçük bir okulumuz vardı. Bir arkadaşımız bu büyük okulu ziyaret ediyor. Diyorlar ki: “Bu okulu kapatıyoruz!’ Onlara, “Öğrenci mi gelmiyor?” diye soruyor. “Hayır… Çok var.” diyorlar. “Maddi bir sıkıntı mı? ” var diyor. “Hayır her şey var? ” diyorlar. “Peki niye?” deyince, “Öğretmen yok. Gelenler bir sene bile geçmeden, “Buranın sinekleriyle baş edemeyiz” deyip ayrılıyorlar gidiyorlar. ” diyorlar. Halbuki bizim küçük okul, dolup taşıyor. Bizim öğretmenlerden hiç şikayet yok. İlk zamanlar, “Hiçbir iş ve hizmet yapamıyoruz!’ diye üzülüyorlardı. Onlara Büyüğümüz, “25 sene sonra oraları tanıyamayacaksınız? ” müjdesini vermişti.
2008’in başı Sadettin ağabeyle birlikte bir ağabeyle anlaşmış ve akşamüzeri belli bir saatte buluşmak üzere yer tespit etmiştik. Ben hiç geç kalmayı sevmediğim halde elde olmayan engellerle tam zamanında buluşamadık. Ağabeyin yanına varınca sinirden dört dönüyordu. Bizi görünce, sanki elinde bir ip, bir urgan varmış da geriyormuş gibi hareketler yaparak bize ‘Asap! Asap! Diye bağırdı. Konuşamıyordu. Ama kızgınlığını böyle dile getiriyordu. Sonra ‘Söz! Söz!’ demeye başladı. ‘Hani söz vermiştiniz’ demek istiyordu. Sonra da ‘Hadis!. Sünnet!’ dedi. Yani ‘Peygamberimizin (S.A.S.) hadislerinde ve sünnetlerinde hiç verdiği sözü yerine getirmediği olmuş mudur?’ demek istiyordu. Otuz-kırk sene geçtiği halde Sadettin beyle karşılaşınca hep bunu söyleriz.
Kosova’da şehit edilen Sultan Murad’ın türbesini ziyarete gitmiştik. Türbedarın torunu yaşlı bir hanım anahtarı getirip kapıyı açtı. Orada Murad Hüdavendigar'ın iç organları bulunuyor. Adanmışlığın hızıriyeti bugün bile kendisini gösteriyor. Evet Birinci Murat adanmışlığın temsilcilerindendir. Osmanlı’nın uzun ömrü içinde ilk 150 senesi adanmışların omzunda temellenmiştir. Zaten bir hizmette en az 50 senesi adanmışlarla yürümüş olmazsa, o hizmet oturmaz…
Kosova’da Dârü’l-fünun temeli 17 Haziran 1911’de Sultan Reşad tarafından atılmıştı. Oradaki Müze’nin içinde resimleri, Fransız fotoğrafçılar çekmiş. Açılış töreninde Üstad Bediüzzaman da bulunduğu için o fotoğrafların içinde görebilir miyim, diye gözlerim onu aradı ama ben rastlayamadım.
Merhum Ali İhsan Tola diyor ki: “Risale-i Nur’da izah edildiği gibi kâinat bir eczahane-i Kübrâ âlemidir. Allah-ü Teâlâ her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. İnsan vücudunda bulunan hücreler ve cihazlar, bitki ve otlardan küçücük birer numunesidirler. Mesela ceviz meyvesi, insanın beynine benziyor. Onun yenmesi insana ve beynine faydalı olur. Fındık kalbe benziyor; fasulye böbreklere benziyor. ”
Vanlı Molla Hamid Ekinci diyor ki: Üstad Hazretleri şöyle derdi: “Hazinenin anahtarının bir dişi fazla veya eksik olursa, o anahtar hazineyi açmaz. Tesbihat (Sübhanallah 33, Elhamdülillah 33, Allahü Ekber 33, Lâ ilahe illallah 33) namazın çekirdekleri hükmündedir. Namaz, Tesbihat üstünde neşvü nemâ bulup gelişir. Otuz üç defadan fazla eksik olmaz.” “Üstad Hazretleri hiç boş durmazdı. Daima ilim ve ibadetle meşgul olurdu.”