Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi bizlere hep “Kalbinizdeki ve dilinizdeki dikenleri çıkarıp atmalısınız, yoksa kalbinizin KARARMASINDAN kurtulamazsınız.” diyor. Asıl olanı, üslûb ile bozmamamızı da tavsiye ediyor. Eğer üslûbumuza dikkat etmezsek pek çok güzelliklerin ters tanınmasına sebep oluruz.
Çarşıdan pazardan aldıklarımızı, mutfakta kesip biçip, temizleyip pişirdikten sonra sofraya koyuyoruz. Gerçekler ne kadar gerçek, güzellikler ne kadar güzel olursa olsun, onları takdim usûl ve üslûbumuzda arızalarımız varsa, onlara bir nevi ihanet etmiş oluruz…
Yurt dışına ilk çıktığımda bir arkadaşımızın duruma bana çok garip geldi. Arkadaşlar ve çevre onun tekliflerine hep itiraz ediyordu. Halbuki bakıyordum onun dedikleri haklıydı. Zaten hepimizden önce gelmiş, dili çok iyi öğrenmiş oradan evlenmişti ve o ülkenin kültürüne âşina idi… Sonra onunla çok yolculuklar yaptık. Sonra ona annemin tabiriyle: “Kardeşim senin tüyün iri… Birilerine batıyor. Dediklerin doğru ama bazılarına kullandığın kelimeler diken gibi batıyor. Sana karşı bir alerji oluşmuş. İstersen seninle önceden konuşalım. Meseleler üzerine düşüncelerini söyle… Onları ben sahipleneyim istersen sen bana karşı çık!..” dedim.
Bu tip arkadaşlarımızın çoğu bu hatayı bilerek yapmıyor. Biraz fıtratlarının icabı… Bazılarımıza dokunsa da onları mutlaka dinleyelim. O sözlerin kalblerinin ifadesi olmayıp sadece dillerinin ucundan çıktığını bilelim. Ama onların sevdiği-saydığı kimseler de güzelce onları ikaz etmelidirler.
“Mükemmel demokrasi, yolunu şaşırır da belki bir gün bizim ülkeye de uğrar… Hep bu beklenti ile teselli bulduk ‘Bir gün değişir’ dedik.” diyen Hocaefendi sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu adanmışlar ve gönüllüler hareketinde bütün Müslümanların şeref ve hakları var. Hiç kimsenin tepe taklak Cehenneme gitmesini istemeyiz. Ancak Allah hakkı, Peygamber hakkı, Kur’an hakkı, İslam’ın hakkı varsa, buna karşı teminatta bulunamayız. KOLLARIMIZI istediğimiz kadar açalım. Ancak bunun neticeye bir dahli olmaz. Hem biz kim oluyoruz ki!.. Ayrıca İslamî tarif içinde münafık olmayanlara karşı bizim bir şey düşünme hakkımız yok. Şahısların fotoğraflarını (niyet okuma şeklinde) bizim yorumlama hakkımız da yok.”
“Güzel yazma ve güzel konuşma çok az insana nasip olur. Türkçe özürlü insanlar diğer dilleri nasıl öğrenecekler? Ona öğrenme denmez; dense dense hecelemek denir. Tercüme etmek o dili bilmek değil. Bir dil, Hizmet mülahazası ile öğrenilmeli.” Bu tespit Hocaefendi'ye ait ve çok önemli. 1992’de Afrika kökenli İmam Bâkî ile bir Cuma günü bir hapishaneye gittik. O İngilizce vaaz edip hutbe okudu ben de namaz kıldırdım. Az çok hapishane ve içindekiler hakkında bilgi sahibi oldum. Kendimce, bunlara bilhassa namazda okunan kısa sureleri izahlıca yazıp ellerine versek faydalı olur diye düşündüm ve çalışmaya başladım. Bu arada sohbetlerimize gelen yabancılara da bir şeyler anlatma gayretimiz vardı. Fakat ben bir paragraf söz söylüyorsam veya bir sayfa konuşuyorsam bakıyorum, çok iyi dil bildiğini sandıklarım özetin özeti şeklinde birkaç cümle ile aktarmaya çalışıyorlar. Çünkü Risalelerin ve Pırlanta serisinin veciz cümlelerindeki mânâ yoğunluğunu aktarmak çok zor, hatta dilin ve kültür hazinelerinin inceliklerine âşina olmadan aktarmak imkansız gibi…
Bu meseleden seneler sonra Hocaefendi, bir soru üzerine şunları söylemişti:
“Amerika ve bilhassa Avrupa gibi ülkelerde ilk nesil dil problemi yaşar. İkinci bir nesil gelir, o ülkelerin okullarında okur, dili öğrenir, arkadaş edinir. Üçüncü bir nesil gelir, kültür ve anlayışı kavrar. Dillerini incelik ve esprileriyle anlar. Artık sizin düşüncenizi ve felsefenizi hatta bağlı olduğunuz evrensel değerleri çok güzel ifade eder… İşte onlardan sonra gelen dördüncü nesille inşaallah gerçek bahar ortaya çıkar…”
“Mesela diyelim ki, bir yanda İstanbul’un fethi gibi, bir mesele var. Öbür tarafta bir de İslam adına yolların açılması var… İnanan herkesten cüzzamlı gibi kaçıldığı bir dönemde kalbleri İslam'a açma var. Kalblerin arasındaki köprülerin kurulması çok önemlidir. Bazen yolda yürürken, hedefe varıncaya kadar hayır hale getirecek olaylar yaşarsınız. Tarihi hadiselerden ders alınmaz İBRET alınır. Diyalog böylesi bir ders alma ameliyesidir. Onunla yıkılan köprüler yeniden kuruldu. Dine karşı duyulan peşin kanaatlar yıkılıverdi. Yolun her tarafına nefret dizilmişti. Kini arkaya alıp hep kinle beslenenler sizi acımasızca takip ediyorlardı. Sizin üzerinize yürürlerken hiç insanca düşünmüyorlardı. Canavarca düşünüyorlardı. Nefret her yanı kasıp kavuruyordu. Bunlar gibi hakkınızda şartlandırılmış kimselere bir şey anlatabilir misiniz? Diyalog bu yolu açtı. Sulh onları dinlemeye sevk etti. Serbest düşünme dönemi, Müslümanları anlama ufku kazandırdı. Sizin ciddi hesap içinde olmadığınızı anladılar. Temaslar kalpteki buzları ertti.” (Bu sözler Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 10 Nisan 2005 Pazar günü, 16:30’daki sohbetinden)
Bu mühim tespitleri 15 sene sonra günümüze göre yorumlayıp değerlendirebiliriz…