1948 senesinde meşhur Afyon Mahkemesi açılıp itham ve iftiralardan sonra mazlum ve mağdurlar da müdafaalarını yaptılar. Bunlardan Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin sadece bir cümlesini aktarmak istiyorum: “Teessür ve ızdırap karşısında kalbden bir parça kopsa idi; ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o bin atom zerrâtı adedince paramparça olması lâzım gelir.”
Tamamen samimiyetten ve ruhtan kopup gelen ve tahkîkî imandan kaynayan bu şefkat ifadeleri kıyamete kadar Hizmet mensuplarının rehberleri olmalıdır. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası inkâr ve dinsizlik arttı. Sebebi ise, milyonlarca insanın bilhassa Hıristiyanların bu savaşta ölmesi idi. Yani onlar “Tanrı bu kadar insanın ölmesine nasıl müsaade eder? Bu ‘Sevgi Tanrısı’ eğer varsa bu kadar vahşete neden engel olmaz?” diyorlar ve cevabını bulamadıkları bu sorularla adım adım inkâra doğru gidiyorlardı.
Bilhassa “Albert Camus” gibi yazarların bu soruları felsefi meseleler haline getirip “Veba” gibi romanlarda işlemeleri neticesinde yaşadıkları travmaların da tesiriyle bu meseleler derinleştikçe derinleşti. Veba romanında anlatıldığına göre Hıristiyan din adamları halkı bu hususta ikna etmek için çalıştılar. Hatta romana göre, bir papaz ev ev dolaşıyor, hasta insanlara “Tanrı merhametlidir, sizleri çok sever. O, bu salgınla sizin günahlarınızı affedip temizlemek istiyor.” diyordu. Teselli vermeye çalışıyordu. Ama yine romana göre, şeytan gibi birisi de ev eve dolaşıp, “Tanrı olsaydı, hiç insanların böyle bir salgınla yok olmasını ister miydi?” diye akıllara şüpheler sokuyordu.
Bir seferinde bu şeytan adamla, papaz aynı adamla bir evde karşı karşıya geldiler. Papaz teselli edici nasihatlarını bitirdikten sonra o adam başladı: “Peki peder! Anladık bu salgın günahkârlar için keffaret… Ama şu günahsız masumların, çocukların hangi günahlarına karşılık olacak!?..” dedi. Bu tereddüt ve şüphe karşısında papazında kafası atar ve romana göre o da inkâr edip dinden çıkar. Bu kitabı Türkçeye tercüme eden sol anlayış pek çok gencin inkârına sebep oldular.
Halbuki, İslâmî kaynaklarda, bilhassa Risale-i Nurlarda bu husustaki bütün itirazlara, şüphe ve tereddütlere cevap var. Evet, en başta insanların başına gelen belâ ve musibetlerin hikmeti günahlara kefarettir. Ama hepsi bundan ibaret değil. Çünkü peygamberlerin, masum insanların başına da gelebilir. Bu onların günahlarından dolayı değildir. Bilakis, sabırlarının denenmesi ve derecelerinin mânen yükselmesi içindir. Bazıları da ikaz içindir. Bunu Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle anlatıyor: “Bir koyun sürüsünün başındaki yönlendirici koyun, başkasının tarlasına, bahçesine girmek için yürüyünce çoban bir taş atar, bu taşa muhatap olan koyun meseleyi anlar ve hemen geri döner, sürü de geri döner.” İnsan, bir koyundan daha da anlayışsız olamaz.
Masumların başına gelen bazı belâ ve musibetler ise, imtihan sırrı bozulmamak içindir. Çünkü din bir imtihandır. İmtihanda sorular sorulup arkasında cevaplar da tahtaya yazılmaz. Onun gibi, Cenab-ı Hak dilese, yıldızları, yan yana dizip “Lâ ilahe illallah” yazabilir ama bu sefer imtihan sırrı bozulur. Ebu Cehil gibiler bile iman etmek zorunda kalır. O zaman Ebu Bekir’ler ile aynı seviyede olurlardı. Aynı şekilde masumlar böyle musibetlerle ayrılıp seçilse idi yine imtihan sırrı bozulurdu. Bu çeşit musibetlerde malları, canları, zarar görenlerin, aslında âhirette öyle karşılıkları var ki, akıllar almaz.
Çocuklarla ilgili musibetler de daha başka hikmetler de olabilir: Mesela çocuklar âkil, bâliğ olup reşid oluncaya kadar dînî-şer’î hükümlerle mükellef değillerdir. Ama fıtrî şeriat denilen hükümlerle mükelleftirler. Mesela şefkat hissi küçücük çocuklarda bile vardır. Siz onların sevdiklerini dövseniz, işkence yapsanız hemen karşı çıkarlar. Hatta şakadan bile öyle davransanız hemen size karşı tavır alırlar. Yani onlarda fıtrî olarak şefkat hissi olmasına rağmen eğer, karıncaları ezip öldürürlerse veya kuş yuvalarını bozup yavrularını öldürürlerse veyahut arıların yuvalarını ateşe verirlerse, şefkat hissine muhalefetten dolayı, başları veya kolları veyahut ayakları kırılıp topal kalırlarsa işte bu musibet o yüzden başlarına gelmiştir. Madem ki, hadis-i şerife göre: “Boynuzsuz koyun kendisine zulmeden boynuzludan kıyamette mahşer günü hakkını alacaktır.” Buyuruluyor. Hayvanlar arasında bile şefkat hissine muhalefet edenler için bir ceza varsa, şefkat hissine muhalif hareket edenler için de -çocuk olsalar dahi- bir ceza olacaktır.
Neyse esas meselemize dönecek olursak: Nasıl ki, Avrupa ülkelerindeki İkinci Dünya Savaşı sonraki travmalarda pek çok Hıristiyan dinini terketti bu yaşamakta olduğumuz süreçte de maalesef bazılarında benzer bir travma oldu. Sayıları pek fazla olmasa bile, bu meselede dinden, dini yaşayıştan uzaklaşmalar oldu. Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizin tesbitiyle: “Bir genç dinsiz olmuş, haberi karşısında kalplerin atom zerratı halinde paramparça olması lâzım.”
İnançsızlıklar ve kıyameti koparacak günahların işlenmesi karşısında pür rahm-ü şefkat ağlayıp ızdırap duyan Hz. Üstadın bu mübarek talebesinin sözlerinin bizlerde de benzer hissiyatı tetiklemesi ve kalbleri yerinden oynatması gerekiyor. Onun için bizim farkına varabildiğimiz ve haberini alabildiğimiz insanlarımızla elimizden geldiği kadar ilgilenmemiz ve hiç olmazsa onlara yüreğimiz parçalanıyorcasına dualar etmemiz gerekiyor. Üstadımızın da dediği gibi, müminin, mümin kardeşine en büyük yardımı dua ile gerçekleşebilir. Gıyâbî dua çok mühimdir.