Emirdağlı Ceylan Çalışkan, daha 13 yaşında iken Üstad’ın yanında hizmete başlar. Çok kısa zamanda Kur’an hattını öğrenir ve Üstad’ın mektuplarını o yazıyla yazıp gönderecek hâle gelir. İhsan Atasoy’un tesbitiyle: Risale-i Nurları çok iyi hazmeden Ceylan Çalışkan, onlardan zekice dersler çıkarır. Zaman zaman not defterine kaydettiği bu ilginç dersleri yeri geldikçe insanlara okur. Hizmet ehlinin mutlaka bilmesi gereken bu hayatî dersler, Ceylan Çalışkan’ın mütefekkir yönüne de ışık tutar. Şimdi not defterinde yer alan bu anlamlı derslerden bazı tesbitlerini buraya alıyoruz:
Bir Nur Talebesini makam-ı sıddıkıyete götüren iki yol vardır: Sadakat ve fedakârlık.
İHLAS, kelimelerin ruh-u mânevisidir. İhlas olmadığı zaman kelimeler, EĞİTİM MERMİSİ GİBİ, HEDEFİ BULSA DA TESİR ETMEZ. Onun için attığın fikir mermileri hedefini bulamıyor, tesirsiz kalıyor.
Risale-i Nur’un yolu sırr-ı İHLASTIR, kulluktur. Bu hakikatleri başta iç dünyamızı mamur etmek için kullanacağız. İçimizdeki putları kırmak için kullanacağız.
Bütün peygamberlerin, evliyaların ve kutupların yolu ihlas yoludur.
İhlasa mâni olan önemli bir şey yok! İhlasa mâni olan, önemsiz şeylerdir. Lüzumsuz, kederli, hodfüruşâne, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliyedir.
Anlatılan hakikatin muhatabın kalbine yerleşmesinin iki sebebi var. Bir sebeb-i zâhirî, diğeri sebeb-i mânevî.
Sebeb-i zâhirinin bazı şartları şunlardır:
1-Fizikî yapı, endam, sima güzelliği ve bakımı,
2-Libas, giyiniş… Her insan bir muhitte giyinişi ile karşılanır, fikirleri ile ağırlanır.
3-Yaş (tecrübe, birikim),
4-Şahsiyet,
5-Lisan hâkimiyeti. Yani müdellel (delilli, belgeli) konuşması, terkip kabiliyeti, cümle kurması, mantıkî konuşması, beliğ ve fasih konuşması için İLİM şarttır.
Sebeb-i manevinin (hakiki sebep) sebepleri şöyledir:
1-İHLAS: İvazsız (karşılık beklemeden), sırf rıza-yı İlâhî için konuşmak.
2-FENÂ: Hakikatta fâni olmak. Nefsini islah edemeyen, başkasını ıslah edemez. Önce nefsini tezkiye et ki, tezkiyeye vesile olasın. Anlattın anlattın, tesir etmedi. Diyeceksin ki; ‘İhlassız anlatmışım, manen kirliyim!’
3-SALAHAT: Takva sahibi oldukça sözün müessiriyeti artar. Fakat takva azaldıkça lâfızlar kalbten çıkmaz. Islatsa ıslatsa, dili ıslatır, kalbden gelmez. Onun için mânevî hayatın temiz ve tâhir olması şarttır.
4-Az olduğumuza üzülmeyeceğiz. Çünkü keyfiyeten az değildir. Kainat kuruldu kurulalı bu böyledir. Cemadat fazla, nebatat az. Nebatat fazla, hayvanat az. Hayvanat fazla, insanlar az. Gayr-i Müslimler fazla, Müslümanlar az. Âmiler fazla, veliler az. Veliler fazla, asfiyalar az. Asfiyalar fazla, peygamberler az.
Risale-i Nur’a makamsız hizmet eden, manevi makamatın müntehası olan sıddıkıyet vâsıl olur. Bu ise tam mahviyetle olur.
Sıddıkıyet makamı, niyet ve nazarla olur.
Mesele, yalnız Risale-i Nur’daki hakikatleri ezberlemek, malumat sahibi olmak değil, mesele o hakikatleri yaşayabilmektir.
Kardeşin seni tahkir ettiği halde sen ona muhabbet gösterebiliyorsun, işte o zaman sırr-ı uhuvvet tezahür eder.
Anlamak iki çeşittir:
1-İbareyi anlamak.
2-Hakikatini anlamak. Uhuvvet Risalesi’ni okuduğu halde kardeşiyle dövüşen adam, ibareyi anlamış, hakikatini anlamamıştır. Çünkü hakikatini anlayan insan, kardeşiyle dövüşmez.
Bir Nur talebesinin manevi dengesi, onun samimi ve halis hizmetidir. Ne nisbette hizmet ederse, o nisbette dengede demektir.
Risale-i Nur’da merhaleler vardır:
1-Şevk devresi; ruhun hakikatları kapmasıyla olur.
2-Muhabbet devresi; Risale-i Nur, kalbte mekân tutar. Bu devrede tehlike yoktur. Evinde tavuk pişer, fakat o medresede çorbaya koşar. Evinde kuş tüyü yatak vardır, o dersanenin kırpıntı yatağına gelir.
3-Sebat devresi; tehlikeli olan devredir. Ülfetle kırılarak zuhur eder. Enaniyet ve süflî arzular çok olur. Bu devre, sebat etmekle geçirilmelidir. Gaye, en az zayiatla bu dönemi atlatmaktır. Çünkü irtibatı azalır, ictimaî meseleler aklını kurcalar. Sebat, ancak günahlardan çekilmekle ve Risale-i Nur’un kudsiyetine inançla, Nurlarla meşguliyetle, derslere devamla olur.
4- Sadakat devri, en son merhaledir. Arabistan’dan Kutb-u Azam da davet etse, hürmet eder, fakat yine Risale-i Nurlara koşar.
Her Nur talebesine manevî müzaheret vardır. İlk intikal devresinde manen hep müzaheret var. Tutuşma devresinden sonra şevk devresine giriyor. Otuz yaşına doğru o müzaheret kesiliyor. Artık kendi cehd ve gayreti ile ilerliyor. Müzaheret devam ederken kendimizi iyi yetiştirmemiz elzemdir.
Bir âlimin sohbeti, yaralı kalbleri tedavi eder. Fakat bir arifin sohbeti, ölmüş kalbleri diriltir. Risale-i Nur’un sohbeti, sohbet-i ârifindir.
Hastanın başında, yaygaracı kadınlar gibi, ağlamak hüner değildir. Sessizce gidip doktor çağırmak hünerdir. İlaç yetiştirmek hünerdir. Muazzez Üstadımız, cemiyette ki hastalıkların temelinde iman zafiyeti olduğu teşhisini koymuş. Biz de, Kur’an eczanesinden Risale-i Nur ilaçlarını muhtaç gönüllere ve hasta insanlara taşıyoruz.
Diş merhemi göze sürülmez. Bir söz dermandır, ama kimisine iyi gelir, kimisine kötü gelir. Hakikatleri yerli yerinde kullanmalıyız. Bunun için faydalı olmalıyız. Faydalı olamıyorsak, zararlı olmamalıyız.
Fedainin feda edemeyeceği hiçbir şeyi yoktur. Üstad, ‘Biz muhabbet fedaileriyiz!’ diyor. Öyle ise muhabbet için feda edemeyeceğimiz hiçbir şeyimiz olmamalı. Hissiyatımız, haysiyetimiz, enaniyetimiz, hatta şerefimiz…
Bir tezgâhtar dükkana gelen müşteriye iltifat ediyor. Gururu, enaniyeti terk ediyor. Dünya işlerinde bu gerekiyorsa, uhrevî hizmetlerde çok daha fazlası lâzımdır.
Buraya kadar Ceylan Ağabey’den yapılan nakiller gerçekten çok düşündürücü ve ibret vericidir. Dikkatle okuyup dersimizi almamız gerekmektedir…
Abdullah Aymaz