Yaklaşık 60 senedir tanıdığım M. Fethullah Gülen Hocaefendi hep tevazu yolunu tutmuş, Hizmet’e ait ortaya konulan başarıları ne kendisine ne de önde görülen bir gruba verilmesini asla kabul etmemiştir. “Koskoca bir milletin sa’yinin semeresi olan hizmetleri birkaç kişiye mâl etme bir şirk ve zulümdür.’ der. Ayrıca öncekilerin yani Üstad ve talebelerinin emeklerini ve hizmetlerini de hep zikreder. Seneler önce İzmir Karşıyaka Yamanlar Koleji’nde kalabalık bir cemaate hizmetin bir nevi tarihçesi anlatılıyordu. Bir arkadaşımız Hizmet’i 1966’dan başlatınca hemen Hocaefendi ayağa kalktı ve bu Hizmet’in Üstad ve talebelerinin fedakârlıklarıyla beraber ele alınması gerektiğini anlattı.
Ahmet Kurucan, Huzur’dan Esintilerde Hocaefendi’den şunları naklediyor: “Bugün yapılanlar, önceki gün ve daha öncesinde yapılanların semeresidir. Birileri gelmiş, ciddi çalışmaları olmuş, işi bir yere kadar getirmiş ve size ışık tutacak beyanları, tavsiyeleri, tecrübeleri de ilave ederek, sıra sizde demişler. Yani toprağın bağrına tohumları atmış, sulamış, tımarını yapmış, tam çalışmaları meyve vereceği zamanda çekip gitmişler. Bu gerçeği görmemek nankörlük olur.”
Ülkeyi vesâyeti altında tutanlar, iki de bir gençleri birbirleriyle dövüştürerek darbeye zemin hazırlatıyorlardı. Yusuf Pekmezci Ağabeyimiz anlattı: “Askerden yeni gelmiştim. Hocaefendi de Kestanepazarı’na yeni gelmişti. Vaazlarına ve kendisine hayrandım. Ama askerlikten sonra emekli bir subay bizi çağırdı. ‘Bakın ülkemiz tehlike altında solcular iyice azdılar ülkeyi komünistlere teslim edecekler. Vatansever gençler olarak sizler bu tehlikeyi bertaraf edeceksiniz.” diyerek bizi ikna etti ve kırk kişiyi eğitip beni başlarına koydu.
Bir gün Kordon boyunda heykelin olduğu meydanda solcuların bir toplantısı vardı. Sopaları hazırlayıp 40 arkadaşımla orayı basmaya gittik. Bizimkiler benden işaret bekliyorlardı. Bir de baktım Hocaefendi benim yanıma doğru geliyor. Yanıma geldi. ‘Ne yapıyorsun burada?’ dedi. ‘Dövüşmeye geldim.’ dedim. ‘Siz dövüşmüyorsunuz; siz dövüştürülüyorsunuz!’ dedi. ‘Hayır baya dövüşüyoruz’ dedim. ‘Peki sen bunları tanıyor musun? Hiç oturup konuştun mu? Ayrıca sen devletin jandarması mısın, polisi misin? Bu devletin ordusu ve polis teşkilatı yok mu? Böyle gayr-i kanunî yollarla hiç bilmediğin insanlarla nasıl dövüşürsün? Belli ki, birileri sizi kullanıp, ortalığı kızıştırıyor. Sonra darbe zemini hazırlandı deyip milletin başına çökecekler. Çabuk burayı terk et. Adamlarını da topla götür.’ dedi. Ben de ‘Buraya siz niye geldiniz?’ diye sordum. ‘Merakla… Ama yanlış gelmişim… Ben de çekip gideceğim’ dedi. 28 yaşındaki Hocaefendi’nin bu derin ufku karşısında şaşırıp kaldım.’
Hocaefendi hep sulh, huzur istiyordu. Bu hususta elinden geleni yapıyordu. Hizmet’in gelişip inkişaf etmesinde elbette büyük gayreti ve rolü vardı. Ama hiçbir zaman için kendisine bir pay çıkarmıyordu. Dr. Yüksel Çayıroğlu bu hususlarla ilgili tespitleri çok güzel ele almış. Ayrıca yine Hocaefendi’nin dilinden o büyük gayretleri şöyle aktarıyor: “Bir taraftan İzmir’in içinde iki üç yerde vaaz ediyordu. Aynı zamanda her sohbet ve ders konan yere gitmeye çalışıyordu. Zaten her Cuma, Kestanepazarı Camiinde vaaz ediyordum. Bunun dışındaki vaazları, mümkün mertebe cumartesi-pazar günlerine sıkıştırmaya gayret ediyordum. Mesela cumartesi gidip bir şehirde vaaz ediyordum. Geceyi yolda geçiriyor ve ertesi gün de bir başka şehirde vaaz ediyor ve hiç dinlenmeden o akşamı da yolda geçiriyor, derken ertesi sabah derse yetişiyor talebeye ders veriyordum.”
“Onun yakın arkadaşlarından birisi olan Hacı Kemal Erimez’in şu hatırası da Hocaefendi’nin nasıl olağanüstü bir gayretle hizmet etmeye çalıştığını ortaya koymaktadır: Seksenli yılların ortasında Gülen, Kemal Erimez ve birkaç arkadaşıyla Erzurum’a gelir. Hizmet gönüllüleri Hocaefendi için Erzurum’un merkezinde, ilçe ve köylerinde on beş günlük yoğun bir program hazırlamışlardır. Gündüzleri gün boyu geziler ve ziyaretler gerçekleştirilirken, akşamları da farklı yerlerde sohbetler yapılır. Hacı Kemal Beyi yorgun gören arkadaşlarından birisi hatırını sorduğunda, şaka-sitem karışık şöyle cevap verir: ‘On gündür buradayız ama bir gün yatıp uyumadık. Her gün, gece yataklar seriliyor; Hocaefendi: Bugün çok yoruldunuz, biraz istirahat edin’ diyor. Sonra yatağın kenarına oturuyor; Hacı Kemal Ağabey, falan şehirdeki yurdu bir arasan, acaba ranzaları gelmiş mi? Filan kişiye telefon etsen, acaba okul inşaatının demirlerini temin edebilmişler mi? Şurayı ara burayı ada derken sabah oluyor. Serilen yataklar, yorganlar hiç açılmadan tekrar toplanıyor. On gündür ne kendisi uyudu ne de bizi uyuttu.”
Evet, bu lâtifevâri ifadelerden de anlıyoruz ki, Hocaefendi ve arkadaşları, “İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara faydalı olandır.” Hadis-i şerifine mazhariyetle büyük gayretler içinde bir hayat sürüyorlardı.