Üstad Bediüzzaman Hazretleri, önce
ihlasın önemini ve özelliklerini belirttikten sonra, bu özellik ve
güzelliklerin üzerinde durmasının sebebini de özetle dile getirdi. Şimdi biz
özet sebebi ele alıp biraz geniş olarak anlamaya gayret edeceğiz:
“Madem ihlasta zikredilen hassalar, özellikler gibi çok nurlar ve çok kuvvetler var;
I- Ve madem bu müthiş zamanda; (Bu müthiş zaman denilen zaman Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin “EL-FİTNETÜ EŞEDDÜ MİNE’L-KATL” (Bakara Suresi, 191. âyet ) âyetinden çıkardığı 1917 (Bolşevik İhtilali tarihinden itibaren bütün Sovyet Sosyalistler Birliğinde daha sonra dünyanın en büyük nüfusuna sahip Çin’de, sonraları ile yarı Avrupa’da kendisini gösterdi. Yani materyalistlik ve dinsizlik devletlerin rejimleri haline geldi. Hizmet 90’lı yılların başında Orta Asya’ya girerken “Bala Bahçelerindeki,” durumları gördü. Elhamdülillah sonrasında Camiler Kur’an Kursları açıldı. Ama Üstadın işaret ettiği tarihlerde dünyanın ekseni bölgelerinin durumu gerçekten müthiş bir dönemi bütün şiddetiyle yaşıyordu.)
II- Dehşetli düşmanlar mukabilinde; (İnsanlar zaman zaman inancını kaybetseler de, inananlar düşmanlık yapmamışlardır. Ama o zaman dehşetli düşmanlıklar yapılıyordu. Yukarıda saydığımız ülkelerde hatta o zaman ülkemizde bile… Rejimlerini yerleştirmek isteyenler çok acımasız davranabiliyorlar. Asılan kesilen insanların haddi hesabı yok.)
III- Şiddetli tazyikat karşısında; (Baskılar son haddindeydi. Ayrıca Üstad Hazretleri On Üçüncü Lem’a’nın On İkinci İşaretinde bu zâlimler mafya usulü ihâfe ve izrar ile yani zarar verip korkutarak kendi anlayış ve rejimlerini zorla yerleştirmek istiyorlardı.)
IV- Savletli bid’atlar, dalâletler içerisinde; (Bilhassa Müslümanların içine bid’atlar yayıp yalan yanlış şeyler dalâletler sokmak suretiyle İslam’dan uzaklaştırmak istiyorlardı.)
Barla’da bir avuç talebesiyle cihan çapında biz hizmete hazırlanıyordu
V- Bizler gayet az, zayıf, fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde:
(Üstad Hazretleri o günlerde Barla gibi çok uzak ve kenarda bir yerde sürgünde tutuluyor. Başlarına dikilen bir karakol gücü ile de bütün insanlardan tecrit ediyorlardı. Onun için Barla’da bir avuç talebesiyle cihan çapında biz hizmete hazırlanıyordu. Ama çok büyük bir moral gücüne ve dünyayı yerinden oynatacak bir nokta-i istinada, bir İhlas kuvvetine dayanmaya ihtiyaçları vardı çünkü: )
Halbuki her düşen ateş beni yakar
VI- Gayet ağır, büyük, umumî ve kudsî bir vafize-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza İhsan-ı İlahî tarafından konulmuş. (Yani insanlık adına Üstadın karşısındaki manzara şu: A) Karşısında bir yangın var, alevleri göklere yükseliyor. Bu yangının içinde evladı ve imanı tutuşmuş yanıyor. Üstad o yangını söndürmek, evladını ve imanını kurtarmak için koşuyor. Birileri de ayağına takılıyor. Biz bu manzaranın resmini görüyor veya tasvirini dinliyoruz. Ama “İslamiyet ciddiye alan Bediüzzaman bunu iliklerine kadar hissediyor. Veya günümüzde M. Fethullah Gülen Hocaefendi ‘Ateş düştüğü yeri yakar’ diyorlar. “Ne bencilce bir söz; halbuki her düşen ateş beni yakar” diyor. Cihanda inkâr-ı ulûhiyet ateşi var. Nesilleri yakıp kavuruyor. İnsanlık bu ateşin içinde boğuşuyor. Halbuki Cenab-ı Hak incire, zeytine, Tur-u Sînaya ve belde-i emin (içinde Kabe bulunan) Mekke’ye yemin ederek, mutlak mânada insanın yeni her insanın ahsen-i takvim üzere en mükemmel surette en uygun kıvamda yaratıldığını söylüyor. Yani cihanlar içinde dürülmüş, nüsha-i kainat potansiyelinde yaratılmış insan, insanlık böyle yangının içinde. Onun için omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından çok ağır, büyük, umumî ve kudsi bir vazife ve hizmet yüklenmiş. Ama bizler az, zayıf, fakir ve kuvvetsiziz. Öyleyse bu mukaddes yük, dokuz özelliği sayılan İhlas olmadan kaldırılamaz.
Bir gaye-i hayal olmazsa zihinler enelere döner etrafında gezerler
VII- Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle İHLAS’ı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. İhlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zâyi olur, devam etmez, hem şiddetli mesul oluruz. (Buraya kadar yazılanların hepsine baktığımız zaman, neden hiç olmazsa bu Yirmi Birinci Lem’a olan İhlas Risalesini her onbeş günde bir okumamız lâım geldiğini anlıyoruz. Çünkü böylece gaye-i hayalimiz yani ana hedefimiz olan cihan çapındaki bir yangını söndürmekle vazifeli olduğumuzu unutmayız. Hedefi olmayan bir yelkenli gemiye hiçbir rüzgar yardımcı olmaz. Onun niçin hedefi iyi tesbit etmemiz, unutmamamız gerektiğini de yine Üstad “Bir gaye-i hayal olmazsa, veya nisyan basarsa veya tenasî edilse zihinler enelere döner etrafında gezerler” diyor. Yani ben davası başlar ana hedefe bir türlü ulaşmak mümkün olmaz.
VIII- İnsanlık kalesinin tamiri de bizim vazifemizdir.