Farklı bir dünya kurmak… birbirimizi duyacak ve anlayacak bir konuma yükselmek… yeryüzünü uyaracak.. ve ihtimamla onaracak yayılıp dağıldığımız her ülkede özümüze ve insanî evrensel değerlere bağlı olarak entegre olmak için gayret edeceğiz… “Benim ülkemin ihtiyacı varken koca bir dünyanın yoksulluğu ile uğraşmak bizim neyimize?!.” diyen bazılarına karşılık biz diyoruz ki: “Cehalet, fakirlik ve tefrika gibi düşmanların hakkından gelirsek, dünyada savaş tehlikesi azalır… Cihana huzur, sükun gelir.
Hız kesmeden gaz ve hız ayarlaması yapmalıyız. Ama mutlak birkaç tane frenimiz olmadı. Ayrıca birkaç yedek tekerlek lâzımdır. Hep mualla olmak lâzım. Allah caka satmayı ve şovu sevmez…
Diyaloglarla, söz birliği, ortak dil, söylem birliği geliştirilmelidir. Kendimizi doğru anlatır, şeffaf olursak çevre oluşur, itibar artar, fahrî avukatlıklar meydana gelir.
Başkalarının inanç, kültür ve anlayışına saygı duyarsak, onlar da bizimkilere saygı gösterirler. Hâl ile hallolmayacak hiçbir problem yoktur. İslamî güzellikleri yaşayıp temsil edelim yeter. İnsan ruhunda, güzelliğe, iyiliğe, mükemmelliğe karşı bir alâka vardır…
Bu hususta sadece semavî dinlerle diyalog değil, bütün dinler, kültürler ve felsefi düşünce ve anlayışlarla da diyalog gerekiyor.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi çok geniş dairede ele alıyor. Bu hususu “Ruhumuzun Heykelini Dikerken” de “Hayat Felsefemizi” anlatırken şu sözlerle ifade ediyor:
“Evet onlar, bir yandan varlık ve zamanı böyle bir perspektifle değerlendirirken, diğer yandan da maddî, cismanî hayatın darlığından sıyrılarak duygu ve düşünce âlemlerinin enginliklerine açılır ve bu fâni, muvakkat hayat içinde ebediyet buudlu bir başka âlemin sonsuza açık yamaçlarında dolaşırlar; dolaşır, hem düşünceleri, hem hisleri, hem de ümitleriyle sürekli sonsuzu peyler, sonsuzluk duygusuyla yaşar; kalblerinin derinliklerinde oyup derinleştirdikleri ledünnî enginliklerde insan olmanın zenginliğini temâşâ eder ve gönüllerinde kurdukları ağlarla, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan hayalinin tasavvur edemeyeceği türden sürprizler avlamaya çalışırlar. Öyle ki, artık onların seviyeler üstü bilgi, mârifet ve müktesebatları, onlara, daha yukarıları, yukarıların da yukarısını gösterir ve her birine birer semavî üveyik olmayı vaad eder. Böyle düşünüp böyle yaşayanlara ve hayatlarını birer düşünce meşcereliği haline getirenlere, siz isterseniz hikmet erleri, isterseniz hidayet edalı felsefe kahramanları diyebilirsiniz.. onları nasıl tanımlarsanız tanımlayın, eski dünyalardan şimdilere uzanan çizgide, tarihi bir dantelâ incelik ve zarafeti içinde örgüleyen aydınlık insanlar, hep bu üstün ruhlar arasından çıkmıştır. Hatta dinden daha ziyade birer felsefî sisteme benzeyen Brahmanizm, Budizm, Konfüçyizm, Taoizm ve Zerdüşt sistemi dahi, bu ruh kahramanlarının insanlığa birer armağanıdır.
“Geçmişin o upuzun düşünce cereyanlarının çağıltılarında, hep bu düşünce âbidelerinin besteleri duyulur. Eski Dünya, Yeni Dünya cihanın dört bir yanında, değişik dünya görüşleri, farklı hayat tarzları; evrensel medeniyet havuzları ve kültür zenginlikleri her zaman bu kahramanların tefekkür harmanlarının ürünü olagelmiştir. Onca tağyir, tahrif ve özlerinden uzaklaştırılmış olmalarına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün – bugünkü hayat biçimiyle telif edilmese bile- hâlâ o eski ruh, mânâ ve muhtevanın peşinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.. referansı kahraman temsilcileri, tahrife, tağyire uğramamış olanı bulacakları ana kadar da bu hüsnüzan ve hüsnü te’vil hatasının devam etmesini tabiî karşılamak icap edecek zannediyorum…”
Üstad Hazretleri de “Yâ Ehle’l-Kitap!” diye başlayan Kur’an âyetine günümüze atfen “Yâ Ehle’l-Mektep..” diye yorumluyor. Yani çok daha geniş bir mânâda ele alıyor. Bu vicdan genişliği geleceğin huzurlu dünyasının kurulmasına vesile olacaktır, inşaallah…