Üstad Hazretleri, Yirminci Söz’ün İkinci makamında Peygamberlerin mucizelerinin ilhâm ve işaret ettiği ilmî-fenni gelişmelerden ve medeniyet hârikalarından bahsediyor. Her bir mucizenin, ilmin-fennin varıp dayanacağı en son noktaya, nirengi noktalara işaret ettiğini söylüyor. Hz. Süleyman’ın, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın, Hz. Davud’un mucizelerinin günümüze bakan yönlerini anlatıyor. Sonra da bine yakın mucizeye sahip Efendimizin (S.A.S.) mucizelerine geliyor. Zaten Üstad Hazretleri üç yüzden fazlasını On Dokuzuncu Mektup’ta anlatmış. Yine Mektubat’ta Kur’an’da iki yüz çeşit mucize aksamının varlığından bahsediyor. Bu iki yüz nevi mucizeden sadece kırk veçhini Yirmi Beşinci Söz’de anlatmış. Ama burada yani Yirminci Söz’ün İkinci Makamında bu veçhin içinde en parlağının BEL ĞAT ve BEYAN olduğunu söylüyor.
Peki her peygamberin mucizesinin âhir zamana ve günümüze bakan bir yönü, bir işareti olur da Efendimizin (S.A.S.) bu en parlak mucizesinin olmaz mı? İşte bu hususta şöyle diyor: “Elbette nev-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir. (…) İlimlerin ve fenlerin en parlağı olan belâğat ve cezâlet, her çeşidi ile âhir zamanda en çok rağbet gören bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için en keskin silahını, BEYAN gücünden ve en karşı konulmaz, dayanılmaz kuvvetini maksadını meramını en iyi şekilde, en ebedî biçimde anlatmaktan alacaktır.”
Bunlar ne demektir? Medya gücü demek değil midir?
Bu gün bir gazete haberi ile, bir karikatürle yer yerinden oynatılmıyor mu? Haber ağları ile olaylar takla attırılarak, tam tersi gösterilerek algı operasyonları ile insanlar şaşırtılmıyor mu?
27 Mayıs 1960 İhtilalinin en büyük gerekçesi gazetelere göre ne idi? Üniversite gençlerinin öldürülüp kıyma makinalarında kıyılması değil miydi? Ne oldu?
Bakınız 1995’in sonu veya 1996’ının başı… Tayvan’da bir Budist grup, oradaki kursumuza gelip Türkiye’ye gitmek istediklerini fakat bizi taşlarlar korkusu ile çekindiklerini söylüyorlar. Sebep medyadan aldıkları şöyle bir algı var: Müslümanlar, Müslüman olmayanları, çocuklarına taşlatırlar. Sebebi ise Filistin olayları… Öyle algılamışlar… Uçaktan inince taşlanacaklarını zannediyorlardı. Öyle olmadığına şâhit oldular…
İzmir Yamanlar Kolejinin önünde bir zamanlar, geceli gündüzlü nöbet tutan gazeteciler vardı… “Kubbeli olduğu için ecdat binalarına benzeyen kütüphane aslında gizli câmi… Minaresi de varmış… Ama, düğmeye basınca geceleri minare ortaya çıkıyormuş, gündüz olunca düğmeye basılınca gizleniyormuş. Modern Türkiye’de ilim-irfan yuvalarında böyle gericiliğin yeri mi olurmuş!..” Buna inanan, bunu ortaya çıkarmaya çalışanlar vardı…
Bir gün Hocaefendi İzmir Salepçioğlu Camiinde Cuma vaazını veriyordu… Bir ara: “Cemaat, işte ben buradayım. Firar falan ettiğim yok… Kimin ne derdi varsa, buyursun…” meâlinde sözler söyledi… Meğer o günkü bazı gazetelerde, Hocaefendinin dört karısından, Edremit’te zeytinliklerinden bahsediliyormuş, hem de hükümet, devlet peşinde imiş, her yerde onu arıyorlarmış… O zaman bu yalana cevap verecek el kadar bir gazetemiz yoktu...
Ben kendim 1999 Haziran Fırtınasında şahit oldum. Uçağa bindik, gazeteler bir dağıtıldı… ÜÇ BİN ÖLÜM MANGASI… diye bir manşet gördüm, dehşete kapıldım. Yani cemaatin böyle bir infaz ordusu varmış diye iftirada bulunuyorlardı… O zaman bile dindar geçinen bir gazete “Hoca idam edilecek” diye yazıyordu.
Peki bunlara karşı neyle duracak ve ne ile karşılık vereceksiniz? Gazeteniz, radyonuz ve televizyonunuz olmaz, yalanlarını suratlarına çarpamazsınız, ne yapacaksınız? Çağımızla yüzleşmek zorundasınız. ZAMAN’a sahip çıkmak mecburiyetindesiniz. Mecburiyetindeyiz…