Kur’an-ı Kerim’de “Biz, bu günleri, insanlar arasında (bir gün birilerine bayram, başka bir gün başkalarına zafer diye) böylece döndürür dururuz.” (Al-i İmran Suresi, 3/140) buyuruluyor. Onun için Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Zaman bir hatt-ı müstakim (doğru bir çizgi) üzerine gitmiyor. Mevsimlerde olduğu gibi, bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösteriyor. Bazen de gerileme içinde kış ve fırtına mevsimi gösteriyor. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir nehar, bir sabah olduğu gibi, insanlığın da bir sabahı ve bir baharı olacak inşaallah!.. İslâmî hakikatlerin güneşi ile umumî sulh ve barış dairesinde HAKÎKÎ MEDENİYETİ görmeyi Allah’ın Rahmetinden bekleyebiliriz.”
Üstad Hazretleri bu müjdeyi verirken, bir çok âyetin tarihlerine kadar işaretini verdiği cifrî değerleriyle bir malumata sahip olduğu gibi Kainat Kitabının, derin bir gözlemcisi olarak mütâlası ile tesbit ettiği bilgeliği ile de ayrı bir malumatla gerçeği arzediyor ve diyor ki: “Fenlerin casus gibi tedkik ve araştırmalarıyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuş ki, kâinatın nizamında asıl ana gaye ve Cenab-ı Hakkın hakikî maksatları; HAYIR, GÜZELLİK, ve MÜKEMMELİYET’dir. (…) Hem tam bir araştırma ve umumî tecrübeler netice veriyor ki; ŞER, KÖTÜLÜK, ÇİRKİNLİK, B TIL Ve FEN LIK, kainatın yaratılışında cüz’idir asıl maksat değildir, dolayısıyledir. Yani mesela çirkinlik, çirkinlik olsun diye kainata girmemiş, belki güzelliğin bir hakikatı çok hakikatlere inkılab edip dönmesi için bir ölçü birimi olarak yaradılışa girmiştir. Şer, hatta şeytan, insanların hadsiz yükselmelerine, müsabaka yoluyla vesile olmak için insanlığa musallat edilmiştir. İşte bunlar gibi, cüz’î şeyler ve çirkinlikler, küllî güzelliklere hayırlara vesile olmak için kainatta yaratılmıştır. Onun için, kainatta hakikî maksat ve yaradılışın neticesi, tam bir araştırma neticesiyle isbat ediyor ki, hayır, güzellik ve mükemmeliyet esastır ve hakikî maksat ve murad onlardır.
“Mahlukat içinde en mükerrem, şerefli ve en önemli insandır.
“O insanlar içinde en şerefli olanlar da en âlâsı da hak ve hakikat yolunda giden Müslümanlardır.
“Hem yine tam bir araştırmanın neticesi olarak, tarihin şâhitliğiyle, en mükerrem insanlık içinde ve en şerefli olan hak ve hakikat ehlinin arasında da, bin mucizesi ve çok yüksek ahlâkı, İslâmiyet ve Kur’an hakikatlerinin şehadetiyle en faziletli ve en yüksek olan Muhammed Aleyhisselamdır.
“Madem bu delil ve bürhanın üç hakikatı böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür ki, insanlık bu kadar şakîlik, isyan ve günahkar ile, bu kadar fenlerin, kainattaki esas olan hayır, güzellik ve mükemmellik esaslarının şâhitliklerini çürütüp, bu geniş ve derin araştırma ve tahkikatların neticelerini kırıp, Allah’ın iradesine ve kâinatı içine alan EZELÎ HİKMET’ine karşı inat ederek, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi o zâlimane vahşetinde ve nemrudâne küfründe, hem dehşetli tahribatında devam edebilsin? İslâmiyet aleyhine bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür?
“Ben bütün kuvvetimle, hadsiz dillerim olsa âlemi en mükemmel nizamlı ve bu kainatı zerrelerden Seyyarelere, sinek kanadından semavat kandillerine kadar nihayetsiz bir hikmet ve intizamla yaratan Cenab-ı Hakka o hadsiz lisanlarla yemin ederim ki, insanlık, hiçbir cihetle kainattaki bütün nevilere, bütün mahlûkata muhalif olarak ve küçük kardeşleri olan diğer canlı türlere ve taifelere zır olarak kâinattaki nizama, külli şerleriyle muhalefet edip beşeriyette şerrin hayra galip gelmesine binler senede sebep olan o zakkumları yiyip hazmetmesi mümkün değil…
“Bunun imkânı ancak ve ancak şöyle bir farz-ı muhal ile olabilir ki: İnsan bu âleme diğer varlıklardan farklı ve üstün olarak en büyük emaneti yüklenmek mertebesinde, yeryüzünün halifesi makamında diğer kainat canlı türleri içinde büyük şerefli bir KARDEŞ (insan) olduğu halde; sanki böyle değil de; en değersiz, en geri, en berbat, en perişan, en zararlı, ehemmiyetsiz, hırsızcasına ve dolayısı ile bu kainat içine girmiş, karıştırmış bir varlıktır. Böyle bir farz-ı muhal ise, hiçbir cihetle kabul olunamaz.
“Bu hakikat için elbette bu bürhan ve delilimiz netice veriyor ki, âhirette Cennet ve Cehennem zarurî varlıkları gibi HAYIR ve HAK DİN İSL MİYET İSTİKBALDE mutlaka galip gelecektir. Tâ ki, diğer nev’ilerde olduğu gibi insanlarda da hayır ve fazilet mutlak galip olacaktır. Böylece insanlar da kainattaki diğer kardeşlerine eşit olabilsin ve “Ezelî hikmetin sırrı (olan hayır, güzellik, mükemmelliyet ve fazilet) insanlarda da tamamen yerleşti” denilebilsin.
“Hâsılı: Madem zikrettiğimiz kesin hakikatlerle bu kainatta en seçkin netice ve Yaradanın nazarında en ehemmiyetli mahlûk insandır. Elbette ve elbette ebedi, bâkî hayatta, Cennet ve Cehennemi (açıkça insandaki şimdiye kadar olan zâlimane vaziyetler Cehennemin varlığını ve fıtratındaki küllî kemâlî istidadlar ve kainatı alâkadar eden îmanî hakikatler Cenneti) apaçık gerektirdiği gibi her halde iki tane Dünya Savaşı sebebiyle kainatı ağlatan cinayetleri ve yuttuğu zakkum şerleri hazmetmediği için kustuğu ve yeryüzünün bütününü pislendirdiği vaziyetiyle, insanlığı en berbat bir dereceye düşürüp bin senelik yükseliş ve ilerleyişini yerle bir etmek cinayetini insan nevi hazmetmeyecek. Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, İslâmî hakikatla insanlığı, esfel-i sâfilin olan aşağıların aşağısı derecesine düşürmekten kurtarmaya ve yeryüzünü temizlemeye ve umumî sulh ve barışı temin etmeye vesile olmasını Rahman-ı Rahîmin rahmetinden niyaz ediyor, ümit ediyor ve bekliyoruz…”
Üstadın, ilmî gerçeklere dayandırdığı bu tesbitlerinde bizlere takdim ettiği çok mükemmel mesajlar var…