Rahmetli Bülent Ecevit’i ilk defa 1964 veya 1965 senesinde Uşak’ta gördüm. O zaman İzmir’de İmam-Hatip Okulunda öğrenciydim. Tatillerde memleketim Kütahya’ya giderken trenle Uşak’a kadar varıp, orada ilk öğretim müfettişi olan büyük dayıma uğruyordum. O, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri okuyordu. Bir seferinde, “ortanın solunu” anlatmak için Uşak’a Bülent Ecevit gelmişti. Dayımla onu dinlemeye gittik. Hitabeti güzeldi…
1988’de Zaman Gazetesinde çalışmaya başladığımda o günlerde yazarımız olan merhum Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’la görüşürdük. Orta Asya’da okullarımız açılmaya başlayınca Yalçıntaş Hocamız bize, “Bu okulları Bülent Beye bir anlatabilseniz, o bu çeşit faaliyetlerden çok memnun olacaktır!” demişti. O günlerde anlatabilmek pek mümkün olmadı ama, herkesle diyaloglar başlayınca, M. Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşme imkanları doğdu.
Faruk Mercan’ın M. Fethullah Gülen (Allah Yolunda Bir Ömür) isimli kitabında bu görüşmelerden bahsediliyor.
Emekli Binbaşı Bekir Salim Bey “Rahmetli Ecevit” başlıklı yazısında şöyle diyor:
DSP Milletvekillerinden çok yakın bir dostum anlatmıştı:
“Bekir, bir heyet hâlinde Kazakistan’a gitmiştik. Daha uçaktan iner inmez, senin gibi yumurta suratlı (nur yüzlü diyemiyor da…) birkaç tane delikanlı etrafımızı sardılar: ‘Sayın Vekilim burada Türk Okullarımız var, ziyarete gelmek ister misiniz?’ Allah için, çok sevindim. Yabancı bir ülkede Türk Okulu olması beni de heyeti de heyecanlandırmıştı. Çok memnun olurum, ben görmek isterim.’ dedim. Heyet Başkanı olan bakanımız araya girip, ‘arkadaşlar sakın gitmeyin, itikadınız sarsılır.’ demese belki de ben de etkilenip senin gibi olacaktım Allah korusun…”
“Yumurta surat”, “itikadınız sarsılır” ve “senin gibi olacaktım Allah korusun…” ifadelerine çok gülmüştüm. Herkesin kendine göre bir “itikadı” var demek ki; saygı duymak lâzım…
İşte bu milletvekili dostumdan dinlemiştim gene(*):
“Seçim öncesiydi. Ecevit Hocaefendi’yi destekler bir tavır içindeydi. Her fırsatta okulları ve yapılan çalışmaları övüyordu. Bir gün cesaretimi toplayıp grup toplantısının basına kapalı bölümünde söz aldım:
‘-Sayın Genel Başkanım, size olan sevgimi, saygımı siz de yakinen biliyorsunuz. Maksadım size muhalefet etmek değil, sadece muradınızı öğrenmektir. Seçim öncesi sizin Fethullah Gülen’e olan desteğinizi, övgülerinizi tabanımıza anlatmakta çok zorluk çekiyoruz. Bu konuda bize yardımcı olmanızı arz ediyorum.’ dedim.
Ecevit cevap vermek için söz istedi:
‘-Değerli arkadaşlar, önyargılı olmadığımı bilirsiniz. Buna rağmen, ben de Sayın Fethullah Gülen’le ilgili çok da olumlu olmayan düşünceler taşıyordum. Kendisiyle yaptığım bir görüşmeden sonra fikrim tamamen değişti. Sohbetimizde, kendileri yaptıkları faaliyetler hakkında bana bilgi verdiler. Türk okulları ile ilgili anlattıkları gerçekten çok mutluluk vericiydi. Tasavvuf sohbeti yaptık; derinliğine hayran kaldım. İnsan, sohbeti kendi bildiği konuya taşır ya; sanırım hak verirsiniz, Türkiye’de Picasso ve Tagor konusunda bir bilirkişi arasalar herhalde gelir ilk beni bulurlar; ben de her nasılsa Picasso’dan bahsetmeye başladım. Büyük bir nezaketle sonuna kadar dinledi. Sonra, ‘efendim Picasso’yu bir de şu cihetten değerlendirirsek…” deyip öyle pencereler açtı ki, bütün içtenliğimle söyleyeyim, ben Picasso hakkında hiç öyle şeyler aklıma getirmemiştim. Daha öğrenecek çok şey olduğunu fark ettim. Gördüm ki Sayın Fethullah Gülen sadece klasik bir din hocası değil, aynı zamanda büyük bir bilim ve fikir adamı, büyük bir sanatçı… Eğitimle ilgili yaptığı faaliyetler de ortada… Sizi bilemem ve duygularınıza karışamam ama ben böyle güzel, yararlı bütün faaliyetlerin her ne pahasına olursa olsun arkasında olmaya devam edeceğim.’ dedi.”
Ben, Hocaefendi’ye, övgüden çok rahatsız olduğu için bunların hiçbirini anlatamadım. Ama Ecevit hakkında bir soru sorduğumda cevabıyla duygularımı perçinlemişti büyüğümüz:
“- Nezâket timsâli bir insan… Tam bir beyefendi… Çay içip sohbet ettik. Ben yurtdışındaki okullardan bahsederken hâlini görmeliydiniz. Heyecanda çay bardağı neredeyse elinden düşecekti. Öyle bir:
‘-Rahşşşaaaaaaaannnnn, koş gel, bak, Fethullah Bey çok güzel şeyler anlatıyor…” demişti ki, samimiyeti, mutluluğu bizi de çok mutlu etmişti.”
**********
Çok uzak bir tanıdığımız Başbakanlık konutunda çok uzun seneler aşçılık yapmış… Bir bayram ziyaretinde sohbet koyulaştı da, konu Ecevit’e geldi. Dedi ki,
“Bekir Bey, biliyor musunuz Ecevit beni ağlatmıştır… Başbakanlık konutuna taşındığında, beni çağırıp:
‘-Evlâdım, burası benim evim ve devlet bana maaş veriyor. Bütün yediğimiz, içtiğimizin parasını benden alacaksın. Sakın ola, devletin tek zeytin tanesi boğazımdan geçmesin. Ben de çok dikkat edeceğim ama, sizden bu konuda çok hassas olmanızı rica ediyorum.’ demişti.
Bir gün kahvaltı yapılacak ve peynir yok. Her nasılsa ihmal etmişiz. Gittim bizzat kendisinden peynir almak için para istedim. Bütün ceplerini karıştırdı, para çıkmadı. Rahşan Hanım bir tasın içinde, o zaman iki buçuk lira vardı, buldu, verdi… Gözlerim dolmuştu…”
Aynı hassasiyet bir de Rahmetli Özal’da varmış… Gerisini siz anlayın…
********
Bir ara TBMM’ye Merve Kavakçı başörtülü girdiğinde fena efelenmişti. Doğrusu, başörtüsüne karşı bu tavrı beni çok üzmüş, hatta çok kızdırmıştı… Ne istiyorsun kardeşim Allah’ın emri olan başörtüsünden…
Dar bir dairede, “Benim dini duygularıyla başını örtenlere saygım sonsuz. Ben dinin siyasete alet edilmesinden rahatsızım.” dediğini duymuştum ama gene de kızgınlığım geçmemişti.
Tâ ki, bir oy için bütün değerleri ayaklarının altına alan ve Müslüman olduğunu iddia eden bu güruhu görene kadar…
Sayın Ecevit, sen o feveranında da çok zarifmişsin meğer…
Ben seni daha yeni yeni anlıyorum…
Sevgiyle, saygıyla yad ediyorum…
Allah’tan rahmet diliyorum…
(*) Bu görüşmelerin tutanakları, kelime kelime ne konuşulduğu tahminimce kayıt altındadır. Ben tabi duyduklarımı ve duyduklarımdan ne anladığımı kendi ifadelerimle yazıyorum.