Arkadaşımız Prof. Dr. Yunus Serin, çimler üzerine yazdığı yazısında, çimlerin biçim zamanı ile ilgili durumları, Hizmetin başına gelen bu SÜREÇ ile mukayese ederek zamanın bir ALTIN DİLİMİNDEN bahsediyor. Bu hususta, Fetih Suresinin son ayetlerinin bu mesele ile ilgili olduğunu düşündüğüm için üzerlerinde bir durmak istiyorum:
“Sahabelerin İncil’deki sıfatları da şudur: ‘Ke zer’ın’ yani bir EKİN gibi ki, ‘Ahrace şat ehû’: filizini çıkarmış, yani çimi sürgünü yarmış, çatallanmış ‘Fe âzerahû’ derken onu kuvvetlendirmiş, başak çıkarmaya başlamış ‘Fe’stağleza’: derken kalınlaşmış ‘Fe’stevâ alâ sûkıhî’ derken sâkları (sapları) üzere bir düzeye dizilmiş gövdelerinde ZAYIFLIK yok, YATIK değil, DİK ve DÜZGÜN, öyle bir terbiye ile MUNTAZAM bir şekilde YETİŞMİŞ, ÖYLE DÜZGÜN, ÖYLE DOLGUN, ÖYLE BEREKETLİ ‘Yu’cibü’zürrâ’ öyle ki, ekenlerin / ekincilerin hoşuna gider toprak sahipleri ve EĞİTİM-ÖĞRETİM ÜSTADLARI onları gördükçe imrenir. (Onları yetiştirenler bile bu sürpriz gelişme karşısında şaşırır, hayret ve hayranlık duygusu içinde kalırlar. A.A.) Bunların niçin böyle yetiştirildiğine gelince, ‘Li yeğiza bihimü’l-küffara’ Onlarla kâfirleri öfkelendirmek için, yetiştirilmişlerdir.” (Elmalılı Tefsiri)
Fetih Suresinin bu âyetleri, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin her öğlen namazının tesbihatını bitirdikten sonra her zaman okuduğu ve talebelerine de okutturduğu âyetlerdir. Dolayısı ile bu Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye ile çok alâkalıdır. Dolayısıyla Efendimizin (S.A.S.) asırlar evvel sahabelerine haber verdiği âhir zamandaki “kardeşleri’ ne de bir işaret vardır. Mekke’de iki buçuk sene süren boykot olayına benzer bu günlerde yaşadığımız süreçlerden sonraki – hem de önceki günlerin tarihlerine işaretler vardır… (1393=1957) Miladîden, 1445-1446=2025-2026 Miladîye kadar…)
Hatta “Li yeğiz”= 1950’deki ezan aslına döndürülmesindeki gayız ve öfke tarihine arkasından devamındaki “bî him” ile beraber 1997 Yirmi Sekiz Şubat tarihindeki hınç ve öfkeye kadar hepsini içermektedir… Ama bu gayız, kin, hınç ve öfke, Hz. Yusuf’un kardeşlerinde nasıl onu Mısır’a yani badiyeden medeniyet merkezine sevketmeye vesile olmuştur. Günümüzdekilerin bu sınırsız düşmanlıkları da, Hizmet mensuplarının birer tohum gibi bütün dünyaya, bilhassa modern medeniyet merkezlerine ulaşmalarına vesile teşkil etmiştir.
Fî Zılâl tefsirinde bu mesele şöyle ele alınmaktadır: “Onların İncil’deki sıfatları Cenab-ı Hak, Efendimize (S.A.S.) ve sahabelere müjdelerken onlar hakkında kullanılan nitelikler; onların ‘Filizini yarıp çıkarmış ekin gibi’ oldukları şeklindedir. Bu ekin, gelişen güçlü, verimliliği ve gücünden dolayı yarıp çıkaran bir EKİN’dir. Ancak ne var ki, BU FİLİZ gövdeyi zayıflatmaz aksine GÜÇLENDİRİR, KUVVETLİ ve SAĞLAM yapar. Ve ekin kalınlaşır, gövdesi İRİLEŞİR de DOLGUNLAŞIR, da ‘Gövdesi üzerine dikilmiştir.’ Bu ekin be yana eğilmiştir ne de eğri-büğrüdür, aksine DOSDOĞRU, KUVVET DOLU ve DÜZGÜNDÜR.
“Ekinin asıl şekli budur. Fakat çiftçilikte tecrübeli olan, onun yetişimi ile solgun olanını, verimlisi ile verimsizini bilen tecrübeli kişilerin ruhlarındaki etkisi ise hayret verip imrendirmedir. ‘Ki, bu çiftçilerin hoşuna gider.’ Şeklinde okunmuştur… Buradaki çiftçi bu yetişen güçlü, verimli ve imrendirici etkinin sahibi olan Hz. Muhammed’dir (S.A.S.). Bu ifadenin kâfirlerin ruhlarında bıraktığı etki ise tam aksinedir. Onların ruhlarına etkisi, tam bir kin ve nefret etkisidir. ‘İnkarcıları öfkelendirmek içindir.” Kafirlerin öfkelendirilmesine yönelilmesi, bu EKİN’in yüce Allah’ın EKİN’i veya Peygamberin EKİN’i olduğunu onların yüce ALLAH’IN KUDRETİNE bir perde ve ALLAH’IN DÜŞMANLARINI kızdırmak için de vasıta olduklarını imâ etmektedir.
“Ondört yüzyılın gerisinden bir defa daha şu bahtiyar insanların yüzlerini ve kalblerini görmeye çalışıyorum. Hoşnutluk, şereflendirme ve büyük vaadden oluşan bu mukaddes feyzi alırlarken görmeye çalışıyorum onları. Evet onlar kendilerini, yüce Allah’ın değerlendirmesinde, ölçüsünde ve Kitabında işte böyle görüyorlar. Hudeybiye’den dönerken bakıyorum onlara… Haklarında bu surenin inmiş ve kendilerine okunmuş olarak, dönerken bakıyorum onlara… Bu bahtiyar insanlar, şu surede yaşıyorlar. Ruhları ile kalbleri ile, duygu ve nitelikleriyle yaşıyorlar. Birbirlerinin çehresine bakıyorlar ve kendi benliklerinde hissettikleri nimetin izlerini görüyorlar birbirlerinin çehrelerinde…
“Ey Allahım! Sen biliyorsun ki, ben işte bu eşsiz azıktan bir kırıntı bekliyorum…”
Biz de bekliyoruz Allahım!..