Yedi ödüllü senarist ve filim yapımcı Tom Shadyac, “I am” yani “Ben” isimli bir belgesel yapmış. Seyrettim. Seyretmeyenler varsa, tavsiye ederim. ,
Bu meşhur kişi, çok tehlikeli bir bisiklet kazasından sonra ağır bir travma geçiriyor. Böyle meşhurların bilhassa spor dallarında şampiyon olanların bu tip travmaları atlatmaları zor oluyor; maalesef bazıları intihar ediyor. Tam ise kendisine yepyeni bir meşgale buluyor: “İnsanın ve dünyanın en büyük problemi ne? Bunun çözümü ne?” Bu soruyu bir çok bilim adamına, gazeteciye ve bilge sayılan insana soruyor. Orijinal cevapları güzel bir kompoze ile, hem misal teşkil edecek görüntülerle belgesel haline getiriyor… Ders ve ibret verici şekilde takdim ediyor.
Neticede, problemi “ben” de buluyor, çözümü de yine “ben” de buluyor. Ama bana kalırsa, Üstad Bediüzzaman’ın Otuzuncu Söz’de ele aldığı ve derinlemesine incelediği “Ene” yani “Ben” bahsi iyi anlaşılıp özümsenmeden problemler çözülemez. Bir düşünürün dediği gibi “İnsanların esas problemi ekonomik değil… Ekolojik de değil. Esas problem Ego… Egolojik…”
Kamera ile gözlemledikleri ormanlarda yaşayan hayvanları inceliyorlar. Neticede “Tabiatta paylaşma ve demokratik hayat hâkim” hükmüne varıyorlar. Halbuki biz bugün, bireysellik, hırs ve rekabeti esas alan bir modern anlayışla karşı karşıyayız. Bu anlayış fıtrata ters… Bugünkü Ekonomik düzen, “Çok kazan, çok harca ve mutlu ol”, diyerek israfa teşvik ediyor.
Geyik sürüleri, toplu halde uçan göçmen kuşlar, denizdeki balık sürüleri, sanki hep istişare ile hareket ettiklerini gösteren muntazam bir disiplinle, beraberce insicamlı vaziyetler arzediyorlar.
Kâinatın bir parçası olduğumuzu bilmemiz ve bunun şuurunda hatta iz’anında olmamız gerekir ki, içinde bir parça olarak bulunduğumuz bütüne zarar vermeyelim… Gazeteci-yazar Lynne Mc Taggart, “Eğer bütünün parçası olduğumuzu kabul edersek, dünyadaki problemleri çözmeye başlarız. Bunun için de, çözüm ‘Biz neyiz?’ diye kendimizi tarif etmekle ve şuurlanmayla başlar.” diyor.
Faydalı yöndeki değişimlere gelince, bu çeşit değişimler, yükselen kollektif şuur ile gerçekleşir. Aslında bunun için bir lidere falan da ihtiyaç yoktur. Herşey bir “ilk adım” ile başlar. Afrikan kökenli Amerikalıların, ezilmekten, haksızlığa uğramaktan, insanî haklardan mahrumiyetten kurtulmaları, fert fert küçük adımlarla başladı. Sonra gruplar halinde büyük adımlar atıldı. Daha sonra bu kollektif şuurun ortaya koyduğu büyük birikim tsunomi gibi önlerine gerilen bariyerleri aşıp geçti. İşte önüne geçilemeyen büyük hareketler hep birer küçük “ilk adım” öncülüğünde, büyük birikimlere vesile olmuş ve bir gün Obama gibi birisi ABD’nin Başkanı oluvermiştir!..
Tom Shadyac kendisinden misal vererek, “Normal bir evim vardı. Yaptığım ilk filimlerden elime para geçince, büyük bir ev aldım… Daha sonraki filimlerimden kazandıklarımla daha da büyük bir ev aldım. Ama çok büyük israf… Şimdi küçük evime döndüm. Eğer kazançlarımızı diğer muhtaç insanlarla paylaşırsak çok daha mutlu oluyoruz.” diyor.
Aslında tabiattaki canlılarda, ihtiyaçtan fazlasını biriktirme yok. İsraf yok… Ama egoyu tatmin, şiddetli hatta dehşetli rekabet ile çok fazla zengin olma hırsı, insanlığı mahvediyor. Yoksa dünyanın imkanları hepimize yeter. Açlık diye bir insanlık dramı olmaması lâzım. Sömürülen Afrika’da dramdan öte fâcialar var. Bir ak babanın, bir kartalın ölmek üzere olan zavallı bir çocuğun başında beklemesini fotoğraflarla tesbit ediyoruz da, göz göre göre ona yardım edemiyoruz. Daha sonra o fotoğrafı çekenin vicdan azabından intihar etmesi neye yarar. Kur’an-ı Kerim, altını gümüşü yığıp, insanlığın hayrına Allah yoluna sarfetmeyenler için cehennem ateşinde onların kızdırılıp alınlarına, yanlarına ve sırtlarına bastırılarak dağlanacağı Tövbe Suresinin 34. Ve 35. Ayetlerinde ifade etmektedir…
İslâmiyetin ortaya koyduğu prensipler, akıl iz’an ve ilmî-fıtrî gerçeklerle uyum içindedir…