İnsanları inkâra sürüklemek için Albert Camus "Veba" isimli bir kitap yazmıştır. Yazarın kafasında kurguladığına veya yaşanmış bir olaya göre, bir Hıristiyan ülkede veba salgını baş gösterir. Bir papaz ev ev dolaşıp insanları teselli etmeye çalışır. İnkârcı birisi de hastalığı vesile edip merhametli bir tanırının olmadığını telkine çalışır. Sonra bunlar bir evde karşılaşırlar. Papaz, “Tanrı çok merhametlidir, günahlarınızı affetmek ve sizi temizlemek için bu salgını sizin başınıza musallat etti… v.s…” şeklinde sözlerle teselli etmeye çalışır. O münkir “Peki peder! Bu büyüklerin günahı vardı da vebaya tutuldu diyelim bu çocukların ne günahı vardı?” der. Papazın da kafası atar, o da dinsiz olur. Kitabın özeti bu. Bunu insanları evrimci ve materyalist yapmak için çok kullandılar. Tabii musibetlerin gelişi günahlara kefaretten başka bir hikmet bilmeyenler için bir tuzak soru; inanan insanları, çıkmaz bir sokağa hapsetmek için çok uygun bir kurgu… Ama, İslâmiyet ve İslam âlimleri pek çok hikmeti ortaya koyarak bütün itirazlara cevap verecek ve bütün tuzakları geçersiz hale getirecek gücü ortaya koymuşlardır. Elbette en başta günahlara keffaret olma hikmeti vardır. Hatta çoğu günahları da Allah affeder. (Şûrâ Sûresi, 42/30)
İkincisi, masumluk sıfatına sahip peygamberlerin ve diğer masum insanların başlarına gelenler ise, sabırlarını sınamak, derecelerini yükseltmek içindir. Derecelerine göre bazı insanların durumu da böyledir. Onun için biz, başına bela ve musibet gelen herkesi günahkar göremeyiz. En azından hüsn-i zanla, insanlar hakkında böyle düşünmek zorundayız. Çünkü hüsn-i zannın bir zararı yoktur ama sû-i zanda bulunmak insanı günaha sokar.
Üçüncüsü, imtihan sırrı bozulmamak için çocuklara ve masumlara da umûmî bela ve musibetten bazı şeyler isabet edebilir: “Öyle bir musibetten sakınınız ki, geldiği zaman sadece günahkarlara isabet etmez, içinde masumlar da yanar” (Enfâl Suresi, 8/25) meâlindeki âyetin işaretinde bu hikmet de vardır. İsteseydi Cenab-ı Hak yıldızları yan yana dizer ve gökte böyle parlak bir “Lâ ilâhe illallah” yazardı. Ama bu sefer imtihan sırrı bozulur, Ebu Bekir ile Ebu Cehil aynı seviyede olurdu. Çünkü o ve onun gibiler de iman etmek zorunda kalırdı. İşte belâ ve musibetlerde masumlar, günahkarlar ve çocuklar hep ayrılıp seçilse ve kurtarılsa idi, imtihan sırrı bozulurdu.
Dördüncüsü, bazı musibetler ikaz içindir. Normal hayatta, azgınlık taşkınlık yapmadan hayat süren müminlere Cenab-ı Hak, imkânlar ve makamlar ihsan ederek deneyip sınar. Bazıları ellerine güç ve makam geçince, yoldan çıkmaya başlarlar. O zaman, gönderilen ikazlarla ve bilhassa musibet taşları ile uyarılırlar. Aklını başına alan, o yoldan dönüş yapar. Bu hususu Üstad Hazretleri bir temsille anlatır. Yani, bir koyun sürüsü başkasının tarlasına girmeye kalkışınca, çoban onlara dönmeleri için taşlar atar, onlar da hemen dönerler. Bizim o hayvanlardan geri olmamamız lâzımdır.
Beşincisi, daha yüksek nimetlere yükselebilmemiz, yükselme rampasından sıçrayabilmemiz için Cenab-ı Hakka çok candan niyaz ve tazarruda bulunmamız gerekir. O atmosfere girebilmemiz için çok sıkıntılı mengenelerden ve can yakıcı cenderelerden geçmemiz gerekebilir. Efendimizin (S.A.S.) âlemlere rahmet olduğunun ilanı için, bütün gök ehline gösterilmesi gerekiyordu. Nasıl bütün insanlığa peygamber olduğu bir parmağının işaretiyle, Ay’ın ikiye ayrılıp inşikak etmesiyle gösterildi. Miraç mucizesiyle bütün ruhaniyet âlemine O’nun (S.A.S.) âlemlere rahmet olduğu ilan edildi. Ama ondan önce Mekke’de müthiş bir boykot olayı ile karşı karşıya getirildi… Günümüzün zulümlerine de biraz öyle bakmak lâzım. Hizmetin dünya çapında ilanatının yapılması, tanıtılması başka nasıl olacaktı? Bu bakımdan bu zulümlerden sonraki sürpriz nimetleri ancak Allah bilir!..
Altıncısı, bela ve musibetlerin, bilhassa çocuklara gelenlerin hikmeti şeriat-ı fıtriye ile ilgilidir. Çocuklar dinî hükümlerle mükellef değillerdir ama şeriat-ı fıtriye ile yükümlüdürler. Meselâ bir çok şefkat hissiyle donatıldığı için sevdiklerine ve yapılan kötülüklere karşı koyar, en azından ağlayarak tepkisini verir. İşte kendisinde fıtratan şefkat hissi olmasına rağmen, kuş yuvalarını bozuyorsa, karıncaları, eziyorsa, arı yuvalarını ateşe veriyorsa, ya düşer başı kırılır ve sakatlanıp topal veya çolak kalır. Onun için “Bu masumun başına bu neden geldi?’ diye itiraz edilemez. Doğuştan veya başkalarının hatasından olanlar yine imtihan sırrı ile ilgilidir…
Ben Risale-i Nurlardan anlayabildiklerimi yazdım. Elbette hikmetlerin hepsi bunlardan ibaret değildir…
Aslında bu meselenin üzerinde çok ciddi olarak durmamız gerekmektedir. Zira bilhassa Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra inkârcılık ve dinsizlik artmıştır. Çünkü milyonlarca insan niye öldü? Merhametli Tanrı niye müsaade etti, diye itirazlar başlamış ve bilhassa başta sözünü ettiğimiz Veba gibi romanlar da bu itirazları şiddetli şekilde körüklemiştir… Türkiye’de 1968 ve öncesi bu tip kitaplar tercüme edilip gençliğe okutulduğu için materyalist anlayışın yayılmasına sebep olmuştur. Bunun ilacı Kur’an tefsirleri Risale-i Nurlar ve M. Fethullah Gülen Hocaefendinin bu çeşit şüphe ve tereddütlere verdiği cevaplardır. Bunların çok iyi mütalaa ve müzakere edilmesi gerekmektedir. Ayrıca yine bu eserlerdeki imanî hakikatların isbatı, izahı üzerine söylenip yazılanların çok iyi özümsenip kendimize mâl edilmelidir. Gençlerimiz bunlarla çok iyi beslenmezse, Allah korusun tehlike çok çetin olabilir. Hazırlığımızı çok iyi bir şekilde yapmamız gerekmektedir.