Arnavut Hüsrev Hoca Hazretleri

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

03 Şub 2025 10:54

  •          Muhammed Hüsrev Aydınlar Hocaefendi, Makedonya’nın Straga iline bağlı Labanişta köyünde 1884 senesinde dünyaya geldi. Aslen Arnavut asıllı bir ailedendir. Onun için İstanbul’da “Arnavut Hoca” diye meşhur olmuştur.

             Cumhuriyet dönemine kadar ders-i âmm’lığına devam etmiştir. Cumhuriyetin baskıcı anlayışından dolayı her şeyini satıp Medine’ye gitmiş, oraya yerleşmek istemiştir. Fakat çok önemli bir ikaz ile tekrar İstanbul’a dönmüş ve fahrî olarak hizmetine devam etmiştir. 1953’te vefat etmiştir.

             Yaşar Tunagür ve Mahmut Bayram Hocalar gibi değerli zâtlar yetiştirmiştir.

             Yaşar Tunagür Hocamız, hocası Hüsrev Efendiyi şöyle anlatıyordu:

             “Bizim hocamız İstanbul’a dönüp yerleştikten sonra Fatih Camii’ne yakın Sarıgüzel’deki evinde umuma açık şekilde isteyen herkese dînî ilimlerde ders vermeye başlamıştı. Çok değerli bir zâttı. İlmî ilim için yapar, hayatında kimseye el açmaz, kimseden zekât kabul etmez, çok cüz’î bir şeyle geçinerek ‘İlim  millet içindir’ der, kesinlikle bir karşılık kabul etmezdi. Bizden hiçbir şey almadığı gibi ikramda bulunmaktan geri kalmazdı. Hüsrev Efendi İstanbul’un en büyük âlimlerinden birisiydi. Yani rahmetli Ömer Nasuhî Efendi’nin de hürmet ettiği bir insandı. Çok pratikti, zihni çok kuvvetliydi, öyle herhangi bir şey sorulduğu vakit derhâl kitaptan yerini açar gösterirdi. O da bir kerametti yani. Açar okuturdu meseleleri bize. Öyle pratik bir tarzı vardı.

             “1952 yılında Hüsrev Hocaefendi’nin kızı vefat edince, o sıralarda Hocaefendi paraya sıkışıktı. Ölümünden bir sene evvelinde Fatih’teki evini 22 bin liraya sattı. 15 bin lira borcu varmış, onu ödedi. Geriye kalanıyla Çengelköy’den bahçeli küçük bir ev aldı. Biraz istirahat için Çengelköy’e taşınmıştı (…)   Hayatının son senesiydi. Ölümünden üç gün evvel son Pazar günü gittik. Hocaefendi rahatsızdı, prostat hastalığına yakalanmıştı. Çok muzdaripti. Kendisi karyoladan hafif doğruldu, elinde kitap derse başladı. Biz de elimizde kitap, altı yedi talebe onu dinliyoruz.

             “Cenab-ı Hakka hesap verirken, ‘Ben ölünceye kadar ders okutmayı kesmedim’ diyebilmek için derslerini devam ettirme fikrine sahipti. Yatağında bize ders anlatırken elleri titriyor ve kitaptaki yazıları göremiyordu. Çok hastaydı ve üç gün sonra da vefat etti. Biz baktık ki, hoca anlatmak istiyor ama hayli rahatsızdı.

             “İçimizden biri ‘Hocam siz rahatsızsınız, biz inşaallah yine haftaya geliriz, bugün ders yapmamız mümkün değil, isterseniz tatil edelim’ dedi. Bunu duyunca şöyle geriye doğru yatağın üstünde doğruldu. Hocaefendi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kitabı yatağın üstüne koydu. Kollarını kaldırarak ellerini açtı ve şunu söyledi. ‘Yâ Rabbi, Sen şâhit ol, ben kitabı bırakmadım, onlar bana bıraktırdılar.’ dedi. Bu sözünü hayatım boyunca hiç unutmadım.”

             (Dr. Ramazan  Cihan, Bir Yasak Devir  Beyefendisi YAŞAR  TUNAGÜR)

             Yaşar Tunagür Hocamız, hocası Hüsrev Efendi ve Üstadımız hakkında şunları ifade etti:

             “Hüsrev Hoca, büyük bir âlimdi. Devrin büyük âlimlerinden Ömer  Nasuhî Bilmen Hoca bile onun huzurunda edeple dururdu. Bediüzzamanla uzun süre görüştüler. Daha sonra Üstad hakkındaki kanaatini sordum. Uzun uzun düşündü ve dedi ki ‘Vallahi ben çok âlimler tanıdım. Fakat bu zâtın ilmine ve haline akıl sır erdiremedim. Onun ilmi, hâli akılla izah edilecek, tahsille elde edilecek bir şey değil. Vehbî bir ilim ve hâl var. Benim aklım sırrım bunlara ermez.

             “Üstad Arapça konuşuyordu. Ben  şaşırıyorum onun verdiği cevaplara. Bambaşka bir şey sezdim. Derin bir zeka ile karşılaştığımı anlıyorum. Üstad Hazretlerinin nasıl okuduğunu, nasıl büyüdüğünü bilmiyorum, ben bilmiyorum. Ama yazdığı eserlerde Medrese tedrisatının verdiği kabiliyet ve yeteneğin ötesinde başka manevi şeyler var, değişik incelikler var. Son derece zeki, tabir câiz mi bilmiyorum? Hani cin gibi zekâya sahip’ derler ya işte öyle ince ince bir zekâ. O derece bir zekaya sahip olduğunu sezdim. O zekâ ile halledemeyeceği bir iş olamayacağını düşündüm ve ayrı bir hal gördüm onda.”  (Ramazan Cihan s. 48)

             Cenab-ı Hak, hepsine engin rahmetiyle muamele buyursun.

    03 Şub 2025 10:54
    YAZARIN SON YAZILARI