Hüsrev Ağabey (1899-1977) Üstad Hazretlerinin büyük talebelerinden, Nurların ve Kur’an-ı Kerim’in altın ve tevafuklu kalemidir… Onu hayatta iken hiç görmemiştim. Ama vefatını duyunca F. Gülen Hocaefendi kendisi o zaman rahatsız olduğu için bir grup olarak bizleri göndermişti. Bir Ramazan gecesi yola çıkmıştık. Yolda Atıf Egemen Ağabeye uğradık oradan Isparta’ya gittik. Vardığımızda gasil işlemleri bitmişti ama yüzünü açıp bize gösterdiler.
İhsan Atasoy Bey, Hüsrev Altınbaşak Ağabeyimiz üzerine bir çalışma yapmıştı… Bazı bölümleri aktararak bir parçacık bilgi vermek istiyorum. “Afyon Hapsinde, Hüsrev Altınbaşak’ı çıkacak bir kargaşa sonunda ölüp gitsin diye önce içinde altmış kadar câni ve katilin bulunduğu koğuşa koyarlar. Hüsrev Altınbaşak, bu koğuşa girer girmez selâm verir, fakat selamını kimse almaz. Koğuşun bir köşesine geçip oturur. Üç gün beton üzerinde soğukta, yataksız yorgansız yatar. Bu zaman zarfında namazını hiç aksatmadan kıldığını gören iri yarı koğuş ağası, üçüncü günün sonunda yanına gelerek, üst perdeden, ‘Hoca, benim bir sorum var, cevaplayabilir misin?’ der. Hüsrev Altınbaşak, ‘Bildiğim bir soruysa cevap veririm, sor bakalım’ dedikten sonra aralarında şu konuşma geçer: ‘Ben on beş cana kıydım, türlü türlü suç işledim. Bu durumda ben Cennete girebilir miyim?’ –Otur da sana cevap vereyim. Sen nerelisin?’ ‘Karadenizliyim.’ ‘-Karadeniz’e bir damla su damlatsak artar mı?’ ‘-Artmaz’: ‘-Peki ondan bir damla alsak azalır mı?’ ‘-Azalmaz bir damla sudan ne çıkar’ ‘-İşte aynen bunun gibi, Cenab-ı Hakkın SONSUZ RAHMET DENİZLERİ yanında senin günahların bir damla su bile olmaz. Eğer sen pişman olur, sadakatla tevbe eder beş vakit namazını kılarsan, değil Cennete, orta yerine bile girersin.’
“Bunun üzerine koğuş ağası ayağa kalkar ve mahkûmlara dönerek, ‘Heyyyt ulan hergeleler, bana bile Cennet olduğuna göre size hayda hayda vardır. Haydi toplanın bakalım!’ diye bağırır.”
Herkes gusledip tevbe edip namaza başlar. Hüsrev Ağabey onlara imam olur.
Hüsrev Ağabeyin yazdığı mumlu kağıt üzerindeki Risale yazıları teksir eden Sav köyünden Mustafa Debbağoğlu’na hınç dolu hâkim, ‘Yine mi sen geldin? Anlaşıldı, sana verdiğimiz cezalar az geldi. Sana bir yıl ceza vereyim de aklın başına gelsin!’ dedi. Daha önce birkaç defa yakalanıp yatmış. ‘Adam sen niye geldin dosyana bakayım, suça dair delil var mı yok mu, araştırayım’ demeden, doğrudan doğruya peşin hükümle kararı yazdırmaya başladı. Kâtibe emretti: ‘Yaz! Filan oğlu Mustafa Debbağoğlu’nun, devleti dini esaslara uydurmak kastıyla yaptığı Nurculuk propagandasından dolayı bir yıl hapsine’ Mustafa Ağabey oturduğu yerden gayet sâkin bir şekilde, ‘Allah râzı olsun hâkim bey’ dedi. Hâkim şaşkın bakışlarla, ‘Ne Allah razı olsun, biz sana ceza veriyoruz ceza… Bir yıl hapis yatacaksın, mükâfat verdiğimizi mi sanıyorsun?’ deyince, Mustafa Ağabey yine gayet sakin ve rahat bir ses tonuyla, ‘Allah râzı olsun hâkim bey’ diye tekrarladı. Hâkim tekrar, ‘Yahu be adam, senin anlayışında bir kıtlık mı var, biz sana ceza yazdırıyoruz, beraat mı zannediyorsun, anlamadın mı?’ deyince, bu sefer Mustafa Ağabey, ‘Yok hâkim bey, bir yıl iyidir.’ dedi. Hâkim; ‘Nasıl iyidir? Deyince, o “Hâkim bey, bundan önce iki-üç ay ceza veriyordun, gidiyordum, oradaki mahkûmlara başlıyordum. Kur’an, abdest, namaz öğretmeye… Derken iki-üç ay çabucak geçiyordu. Tahliye günüm gelince, başladığımız Kur’an, namaz eğitimi yarım kalıyordu. O yüzden bir yıl iyidir hâkim bey bir yıl iyidir!’ dedi. Bunun üzerine hâkimde şafak attı. Önündeki kâtibe bağırdı. ‘Ver o karar kağıdını’ dedi. Katip kağıdı daktilodan çekip çıkardı, hâkime uzattı. Hâkim, kararı yırtıp attıktan sonra, var gücüyle Mustafa Ağabeye bağırdı: ‘Defol, çık dışarı! Sen içeride de muzırsın, dışarıda da muzırsın.’
“Kim bilir, Mustafa Ağabeyin başına gelen hukuk tarihinde belki ilkti. Çünkü mahkemeye giren ya BERAAT alarak veya ceza alarak çıkardı. Fakat o, bu ikisini de almıyor, mahkemeden kovuluyordu.”
İşte bunun gibi ağlar mısın, güler misin dedirtecek pek çok olayı da ihtiva eden güzel bir çalışma olmuş bu kitap…
Aslında Hüsrev Ağabey zengin bir aileden gelen ve tahsilli bir beyefendi idi. Birinci Dünya Savaşına Yedek Subay olarak katılmıştı. 4 sene esir kaldı. Aynı zamanda bir “ûd” ustası idi yanî ûdî idi… Onun için yanına gelen Sav köyünden Risale-i Nur talebelerine, hem konuşma hem yazma hususunda usûl ve âdâb öğretirdi. Bugün yazdığı Risaleler, Cevşenler ve tevâfuklu Kur’an yine Sav köyü civarında bir matbaada talebeleri tarafından basılıp dünyaya dağıtılıyor. Kendisinden, Allah ebeden râzı olsun ve rahmet eylesin.