Allah'ın işine karışan dinsiz düşman

Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz

12 Kas 2024 11:44

  •          Münazarat’ta  düşmandan bahsederken, Bediüzzaman Hazretleri Altıncı  Mâni hakkında şöyle der:

             “Sonra da âcizlikten ve kendine güvenememeden ileri gelen ve İŞİ  BİRBİRİNE  BIRAKMAK olan gaddar, düşman geliyor. Himmet ve gayretin elini tutup oturtur. Siz de ‘Siz doğru yolda olduktan sonra başkasının yanlış yolda olman size zarar vermez.’ olan hakikat-i şâhikayı üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli, himmet ve gayretinizin eteğine yetişmesin.”

             “Adam gibi adamların himmeti dağları yerinden söker atar.” diye güzel bir söz  vardır. Dört dörtlük, beş beşlik olmayan, Hizmetine itimad etmeyen ve dolayısıyla kendine güvenmeyenler ciddi işlerin altına girmek istemezler. Öyle olunca da işler, hizmetler ortada kalır. Onun için “Tek başıma da olsam, bu Hizmetleri yapmak bana düşer” diyerek yiğitler, adanmış ruhlar “Başkasının yanlışı beni ilgilendirmez. Ben bana düşeni yapmak zorundayım” diye dik durur öne atılırsa, Allah dik duranları yalnız bırakmaz. Sovyetler dinsizliği devlet rejimi haline getirip Orta Asya’daki Müslümanları da zorlayınca, başta Nakşîliğin Merkezi olan ve bir çok tarikatın temsilcileri bulunan o ülkelerin karar önderleri maalesef teslim oldular. Halbuki aynı baskılar Türkiye’de de vardır. 15 Temmuz’a benzer uydurma bir Menemen Olayı ile herkesi korkuttular. Kimse sesini çıkaramazken  Bediüzzaman Hazretleri tek başına dimdik ayakta durdu, eserler yazdı, mahkemeden mahkemeye idam tehditleriyle oradan oraya sürüklendi  ama yılmadı. Allah da o dik duruşu yalnız bırakmadı ve İlahî inayetiyle pek çok adanmış ruhla, çelik iradeli talebeleri nasip etti hepsi de en ufak bir gayretten geri durmadan sonradan insanlar bilhassa gençlik elimizden gitmesin diye Diyanet Teşkilatını kurmak Kur’an Kurslarını, İmam-Hatip ve İlahiyatları açmak zorunda kaldılar. Yoksa, Türkiye’deki dini-İslamî hayat aynen Sovyetler gibi olacaktı…

             Üstad Hazretleri Yedinci düşman hakkında ise şöyle diyor:

             Sonra, Allah’ın işine müdahale eden DİNSİZ  DÜŞMAN  gelir, himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de ‘Emrolunduğun gibi dosdoğru ol’ (Hud Suresi, 11/112)  ve  ‘Efendine, efendilik taslama’  (gerçeklerini ifade eder)  kâr-âşina ve vazife şinas olan hakikatleri o dinsiz düşman gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.”

             Bu 1911’de söylenmiş sözlerin izahını daha sonra On Yedinci Lem’a’da Üstad Hazretleri genişçe ele almıştır.

             “Edebü’d-Dünya ve’d-Din Risalesinde vardır ki, bir zaman şeytan, Hz. İsa Aleyhisselama itiraz edip demiş ki:  ‘Ey İsa, mâdem ecel ve her şey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksekten at, bak nasıl öleceksin.’ Hz. İsa Aleyhisselam, şeytana demiş ki,  ‘Cenab-ı Hak, kulunu tecrübe eder der ki: ‘Sen böyle yapsan, sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin?’ diye tecrübe eder. Fakat kulun hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakkı tecrübe edip desin:  ‘Ben böyle işlesem, Sen böyle işler misin?’ diye tecrübe edercesine bir surette Cenab-ı Hakkın Rubûbiyetine karşı imtihanın tarzı edepsizliktir, kulluğa uymaz terstir.”

             “Madem hakikat budur; insan kendi işini ve vazifesini yapıp Cenab-ı Hakkın işine karışmamalı.

             “Meşhurdur ki, bir zaman İslam kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlup eden Celâleddin Harzemşah harbe giderken, vezirleri ve kendisine tâbi olanlar ona demişler:

             “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni gâlip edecek.”  O demiş: ‘Ben Allah’ın emriyle cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenab-ı Hakkın işine karışmam; muzaffer etmek veya mağlup etmek O’nun işidir.” İşte Celâleddin Harzemşah, bu teslimiyet sırrını anlamasıyla harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

             “Evet insanın elindeki cüz’î irade ile işledikleri fiillerinde, Cenab-ı Hakka ait neticeleri düşünmemek gerektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risale-i Nur'a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki Üstad-ı Mutlak, Muktedayı küll, Rehber-i Ekmel olan Resûl-i Ekrem (S.A.S.)  ‘Peygamberin vazifesi sadece tebliğ etmekten ibarettir.’  (Maide Suresi, 5/99) olan ferman-ı İlâhîyi kendine mutlak rehber ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle  tebliğ etmiş… Çünkü  ‘Sen dilediğin kimseyi doğru yola hidayet edemezsin. Lâkin Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder.’ (Kasas Suresi, 28/56)  âyetinin sırrıyla anlamış ki, insanlara dilettirmek ve hidayet  vermek, Cenab-ı Hakkın işidir. Cenab-ı Hakkın işine karışmazdı. Öyle ise işte ey kardeşlerim! Siz de size ait olmayan işe hareketlerinizi bina etmek için karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız.

             Hz. İsa Aleyhisselamın dili Ârâmî idi. Şimdi dünya Ârâmî dilini kullanan bir kasaba var; Şam’a 40-50 kilometre uzaklıkta biz de gitmiştik. Oranın yüksek yerlerinden bir yerde Azize Takla’nın mâbedi var. Takla, Konya/Karaman Kralının kızı bir prenses, Hz. İsa Aleyhisselamı işitince babasından kaçıp oraya geliyor ve Hz. İsa’ya iman ediyor. Fakat kral adamlarını gönderiyor. Yakalayıp babasına götürüyorlar. O da  öldürüyor.  On - on beş sene önce Karaman taraflarında kazılar sırasında çürümemiş bir kadın cesedi bulunduğunu giysilerinden bir prenses olduğunu  bildirmişlerdi. Benim kanaatim o Azize Takla olabilir.

             O mabedin yanında bir su çıkmış. Kur’an’ın Hz. Meryem ile Hz. İsa’nın sığındıkları yer ile ilgili bilgiyle örtüşüyor. Oralarda çok yüksek, uçurum ve yarlar var. Tahmin ediyorum şeytan Hz. İsa Aleyhisselama o itirazlı soruyu orada sormuş olabilir. En doğrusunu Allah bilir
    12 Kas 2024 11:44
    YAZARIN SON YAZILARI