Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Akıl ile nakil teâruz edince (sanki âyet ve hadisler ile akıl çatışıyor gibi olunca) akıl esas alınır, nakil te’vil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir” (Muhakemat) diyor. Yani Allah’ın sonsuz ilminden gelen Kur’an ve bir mânada hadislerin akıl ile ilim ile çatışması mümkün değildir. Ama zâhiren öyle bir durum ile karşılaşılırsa akıl esas alınıp nakil’in tevil olunması gerekir. Ama bu tevili yapacak aklın, gerçekten yeterli bilgilere sahip, “verrâsihûne fi’l-ilim” ilimde derin, kök atmış, Kur’an ve İslama küllî (bütüncül) bakışa sahip âlimlerin aklı olması” lâzım. Bu meseleyi, Hindistan’da ve Endonezya taraflarında bulunmuş sonra emekli olunca, “İslamiyet akıl ve ilimle çatışır” diyerek konferanslar veren birisiyle konuşurken bu meseleyi anlatınca bilhassa misallerle işin detaylarına girince, mahcup bir şekilde “Gerçekten insanın kulağına şiir gibi geliyor. Meselelere yüzeysel bakmamak gerekiyormuş” meâlinde sözler, söyledi…
Kur’an-ı Kerim’de hiç “el’aklü” gibi akıl kelimesi isim olarak kullanılmamıştır. Hep fiil hâlindedir. Yani “akletmek, aklını kullanmak şeklinde fiil, amel olarak ifade edilmiştir. Onun için Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi der ki: “Kur’an-ı Kerim’deki ‘ya’kılûn’ kelimesi, akletme olarak yorumlanmıştır ama, AKIL YÜRÜTEREK eşya ve hadiseleri okuma, TEFEKKÜR YOLU ile AKIL’dan hâsıl olacak ürünlere ulaşma, aklı değerlendirmek suretiyle VARLIĞI SAĞMA anlamına gelir.” (Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız)
“Bugün okumuyoruz ve okumadığımızın utandırıcı neticeleri de meydandadır. Düşüncede sığ, yeni terkipler (sentezler) yapmaktan mahrum bir yığın haline geldik. Okumaya karşı sadece iştahsız değil, aynı zamanda nefret eder durumda bir çoğumuz. Öyleyse, İslam’ın ilk emri ‘Oku!’ fermanına herkesten evvel icabete en muhtaç bizleriz…
“Cehalet Allah’ın hoşlanmadığı bir durum, câhil de Allah’ın, Kur’an’ın ve İslamiyetin sevmediği bir tiptir…
“Tahkikî imanın yolu TEDKİK ve ARAŞTIRMADIR. İlim ehlinin ayaklarının altına melekler kanatlarını sererler. Kainat pek çok kanun ve kıstasıyla, olup biten hadiselerin arkasında Allah’ın mevcudiyetini göstermektedir. Kâinat bir büyük kitaptır. Hangi harfini yoklasan mânası hep ALLAH çıkar. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi Kur’an, ‘Ey, Ehl-i Kitap’ hitabı ile, okumuşlara ve Ehl-i Mektep olanlara da hitap etmektedir. Marifete giden yol, nazarî olarak İLİM’den, amelî olarak İBADET’ten geçer. İmanın bit tabiat haline gelmesi amel ile olur. İnsan ilmini amel ile zenginleştirmelidir.
“Zühdü yanlış anlayanlar İslam dünyasın ı fakir hale getiriyorlar. Cehâlet ile fakirlik arasında ciddi bir ilişki vardır. Cehâlet giderilmedikçe fakirlik giderilemez. Kâmil mânada TAKVÂ, dinin mânevî hayat ile ilgili prensiplerini yerine getirmekle beraber, Allah’ın kainatta koyduğu kanunlara riâyet etmekle mümkündür. TAKVÂ tekvînî emirleri okuma (Allah’ın kainatta geçerli, fizik, kimya, biyoloji gibi ilimlerde geçerli, teknik ve teknolojiyi doğuran fennî prensipleri bilip tatbik etme… A.A.) teşriî emirlere (Dini emir ve prensipleri yerine getirerek… A.A.) uyma ve Allah’ın himayesine girmeyi derinleştirmenin adıdır. Tasavvufta ruhânî seyir ve sülûkün (manevî yükselişin) sonu olmadığı gibi, ilimde de araştırmanın sonu olmaz. Hakikat aşkı, araştırma aşkına, araştırma aşkı, bulma aşkına, o da ilim aşkına götürür.” (Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız)
Prof. Bernard Lewis, “Hatâ Neredeydi?” ve “İslam’ın Krizi” kitaplarında şunları anlatıyor: “Yüzyıllar boyunca medeniyetin ve insanlığın gelişmesinde, İSLÂM ön safta idi. İslam, kıtalararası bir medeniyet oluşturdu. Bu medeniyet BİLİM’de ve SANAT’ta insanlık tarihinin zirvesine ulaştı ve o çağlarda Avrupa hem bilimde hem sanatta İslam Medeniyetine bağımlıydı… Klasik İslâmî medreseler birer yüksek öğretim ve araştırma merkezleriydi ve daha sonra kurulan Avrupa Üniversitelerine MODEL oldular. İslam dünyası, bilim ve teknolojide zaman ölçer âletler dâhil dünyaya öncülük ediyordu. Eski Yunan, Roma ile bugünkü Avrupa arasında İslam, dünyaya liderlik yapan medeniyetti. Bu dönemde İslam güçlü ve zengin bir bilimi, endüstriyi, ticareti ve edebiyatı temsil ediyordu. Doğu, bu bilimlerin ve yeni endüstrileri doğduğu yerdi, ticaret ve üretimin dünyaya yayıldığı, düşünce ve ifade hürriyetine sahip bir dünyaydı. Büyük İslam medeniyeti, Müslüman olmayanların da Müslümanlıkla birlikte yaşadıkları bir çatıydı. Bütün dünyayı ileri götürdü ve zenginleştirdi. Ama daha sonra Rönesans ve teknoloji devrimi işe Avrupa öne geçti. 16. Yüzyıla kadar bilimde öğrenci olan Batı, öğretmen olmaya başladı, bu tarihten itibaren öncülük rolünü kaybeden Doğu ise, çıraktı artık… Rönesans ve teknoloji devrimi İslam dünyasını âdeta pas geçti ve İslam Medeniyeti 300 yıldır gerilemede… Bugün nerede ise, İslam dünyasının tamamı yoksulluk ve baskı altında.” (Hatâ Nerede?)
Lewis’in dediği gibi biz, “Bunu bize kim yaptı?” demekten kurtulup “Nerede hata yaptık?” diye kendimizi sorgulayıp kendi muhasebemizi yapmak zorundayız.