Süleyman Aleyhisselam, Cenab-ı Hakk'ın ihsanlarıyla âyetlerin açık ifadeleriyle ülkesinin her tarafına kısa zamanda gidip gelmek, hatta mahkemeler kurup adâleti temin etmek imkanlarına da sahipti. Bütün semavî din mensuplarının bildiği bir kıssa vardır. Süleyman Aleyhisselam gittiği bir beldede bir mahkeme kuruyor. İki kadın geliyor. Her ikisi de bir çocuğun annesi olduklarını iddia ediyor ve ikisi de çok güçlü deliller ileri sürüyorlar. Onları dinleyen Hz. Süleyman Aleyhisselam şöyle bir karar ileri sürüyor. “İkiniz de haklı görüyorsunuz. Bu takdirde çocuğu ikiye taksim edip her birinize bir parçasını vermek gerekiyor” diyor. Kadınlardan birisi “Tamam… Adalet yerini bulsun” derken öbürü “Hayır… Böyle bir taksim yapmayın… Ben hakkımdan vazgeçiyorum” diyor. Bu yoklama ve geçici kararın arkasında Süleyman Aleyhisselam yavruyu fedâkar kadına veriyor. Öbürüne de “Sen eğer gerçekten anne olsaydın, bu taksime râzıyım, diyemezdin.” diye azarlıyor.
Seneler önce İsviçre’de bir Yüksek Mahkemeyi ziyaret ediyorduk. Bir duvarda adlî kararları yansıtan duvar büyüklüğünde resimler gördük. Bir tanesi de Hz. Süleyman’ın gerçek anneyi keşfeden kararını ifade eden resimdi.
Yedi-sekiz sene önce Yunanistan’ın Aynoraz Yarımadasındaki Manastırları ziyaret ediyorduk. Bütün Ortodoks ülkelerin kendilerine ait manastırları mevcuttu. Gazeteci olarak gittiğimiz için, Yunanlılara ait manastırın en üst görevlisiyle de görüştük. Ben bu manastırlar hakkında bilgi alıyordum. Her taraf zeytinlik. Çok güzel zeytinler yetişiyor. Manastırların en önemli geçim kaynakları da bunlar. Her manastırın kendisine ait arazileri var. İhtilaf çıkınca problemin nasıl çözüldüğünü sordum. Kendi aralarında çözmek için prensipleri varmış. Eğer çözülemezse mahkemeye gidiyorlarmış. Bize Osmanlı döneminde Kadı Efendi’nin Selanik’te verdiği bir kararın hikayesini de anlattı: Her iki manastır da arazinin kendisine ait olduğunu iddia ediyormuş. Kadı Efendi keşfe gitmiş. Bakmış, bir tarafta kesilmiş zeytin ağaçları görmüş. Bunları kim kesti? Diye sormuş. Bir tarafın iddiacıları, “İhtiyaç oldu, kendi arazimiz olduğu için biz kestik” demişler. Kadı Efendi, “Bu takdirde bunlar sizin olamaz. Eğer sizin araziniz olsaydı ve bunların fidanlarını siz dikip yetiştirseydiniz, kesmeye kıyamazsınız!..” demiş. Sonra onlara Hz. Süleyman Aleyhisselam'ın bu ibretlik kıssasını anlatmış…
Neml Suresinde anlatılanlara devam ediyoruz: Süleyman Aleyhisselam Kraliçe Belkıs’in tahtının getirilmesi üzerine “Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlüğe mi sapacağım diye beni sınamak üzere Rabbimin gösterdiği lütfundadır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), çok kerem sahibidir.” (Neml Suresi, 27/40)
Neml Suresinin başında Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamberlere Cenab-ı Hakkın İLİM verdiği ifade ediliyor. Bu ikram ve lütfa karşı onlar da hemen Allah’a hamd ediyorlar. Hz. Süleyman Aleyhisselam her İlahî ihsan için ayrı ayrı şükrediyor. “Ey Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iş yapmamı gönlüme getir Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat.” (27/19)
M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu ayeti genişçe ele aldıktan sonra neticede şöyle diyor: “Hâsılı, Süleyman Aleyhisselam, Allah’ın onun emrine musahhar kıldığı geniş dairenin en uç noktalarından biri sayılan Karıncalar Vâdisinde, mazhariyeti adına duyup işittikleri karşısında talihine tebessümler yağdırmış ve ‘Rabbim bana ve ana-babama lütfettiğin bu nimetlerinin şükrünü hakkıyla eda edebilmem ve koruyabilmem için maddi-mânevî nimetlerini üzerimden eksik etme… Seni hoşnut edeceğim amelleri yapmamda da… ve rahmetinle beni salih kulların arasına al” demek suretiyle Efendimiz Hz. Yusuf Aleyhisselam dünyevi ve uhrevî mazhariyetlerin zirvesini tuttuğu bir anda, Allah’a kavuşma arzusuyla gerilip boyut değiştirmeye tâlip olduğu gibi, o da peygamberliğini, insanlardan karıncalara her şeyin emrine musahhar olmasıyla taçlandırdığı bir dakikada, bütün benliğiyle, Allah’a yönelmiş, vesileyi, en câmî (toplu) kulluk ifadesi sayılan ŞÜKÜR ve Hakkın hoşnut olacağı diğer SÂLİH AMELLER ile, neticeyi de Hak rahmetiyle SÂLİH KULLARI içinde Cenab-ı Hakka kavuşmaya yürüme talebiyle ortaya koymuştur. Eğer SÂLİH AMEL, Hak emrettiği için yapılan, içinde Hak düşüncesinden başka bir şey bulunmayan ve neticesi de ÖTELER ÖTESİNE bırakılan AMEL ise, onu, Hz. Yusuf Aleyhisselam da, Hz. Süleyman Aleyhisselam da isteyecekti ve istediler de.” (Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar)
Peki, bir de meselenin öbür tarafına yani şükretmeyip nankörlük yapanlara bakalım:
Allah’ın teknik ve teknoloji vesilesiyle insanlığa lütfettiği nimetlere karşı insanlık şükredeceğine bilakis nankörlük yapıp “Gökleri bir kağıt gibi deleceğiz; Tanrının yokluğunu isbat edeceğiz!” demeye başladılar. İşte bu noktada Cenab-ı Hak insanlığın başına Birinci Dünya Savaşı denilen bir musibet gönderdi. Milyonlarca insan öldü… Açlık-kıtlıktan çoluk çocuk mahvoldu…
Cezaların AMEL cinsinden olduğunu söyleyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yüce Bir Misalî Mecliste, Birinci Cihan Harbiyle gelen cezanın hikmetini şöyle izah ediyor: Beşerin Fikri DALÂLETİ, NEMRÛDANE inadı, FİRAVÛNÂNE gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvâta. Hem de dokundu hassas yaratılış sırrına. (İnsanlar Allah’a iman ve O’na ibadet etmek hikmetiyle yaratılmıştı. Aydınlanma düşüncesiyle Batı dinden imandan uzaklaştıkça uzaklaştı. Cenab-ı Haktan hâşâ müstağni imiş gibi davranmaya başladı… Bunun üzerine ceza olarak) Semâvâttan indirdi. TUFAN, TÂUN (Veba salgını) misali, şu Harbin zelzelesi gâvura yapıştırdı semavî bir silleyi. Demek ki, şu musibet, bütün beşer musibetiydi. Nev’en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi,; maddiyyunluktan (maddeci, materyalist anlayıştan, inançsızlıktan) gelen fikrî dalâlet (düşünce sapkınlığı) idi, hayvanî hürriyet (semavî ölçülere hak dinlerin kırmızı çizgilerini aşma, taşkınlık) idi, hevânın (kötü arzu ve heveslerin) istibdadı idi…”
Şimdi de yine bütün dünyaya musallat edilen (aslında Cenab-ı Hakkın Nemrud’a belâ ettiği sinek, Firavuna gönderdiği karıncalar, Kabe’yi yıkmaya gelenler zalimlere ebâbil kuşlarını gönderdiği gibi kibir ve gururlarından azıp taşan, iman ve ibadetten uzaklaşıp gurur ve kibire kapılan büyük başları uyandırmak için gözle görülmeyen) Corona-Virüsü memur eden Cenab-ı Hakkı, âcizliğimiz, muhtaçlığımız ve kulluğumuzla iman ve izan etmeye çalışıncaya kadar her halde burunları sürtecektir… Biz de dersimizi ve ibretimizi almalıyız.